Irak Türkmenleri I -

Prof. Dr. Suphi Saatçı-Mimar Sinan Üniversitesi; Mehmet Tütüncü – Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Genel Başkanı, 31 Temmuz 2010.

Irak Türkmenleri I

Irak Türkmenleri, (Prof. Dr. Suphi Saatçı-Mimar Sinan Üniversitesi; Mehmet Tütüncü – Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Genel Başkanı), 31 Temmuz 2010.

DÜNÜ VE BUGÜNÜ İLE IRAK TÜRKLERİ

Suphi SAATÇİ (Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi – Kerkük Vakfı Genel Sekreteri)

Mehmet TÜTÜNCÜ (Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Genel Başkanı)

Dr. Fahri SOLAK: Konuya girerken öncelikle kavramsal çerçeveyle başlayalım istiyorum. Irak’ın kuzeyinde yaşayan ve Türkçe konuşan halk için Irak Türkleri, Türkmenler, Musul Türkleri gibi isimlendirmeler kullanıldığını biliyoruz. Bu çeşitliliğin sebebi nedir, nerden kaynaklanmaktadır, uygun olan bir tercih yapmak mümkün müdür?

Suphi SAATÇİ: Irak’ta yaşayan Türkler bizden öncede kendimize hep Türk diyorduk. Fakat biliyorsunuz I. Dünya Savaşından sonra Irak diye ihdas edilen devletin vatandaşları olarak yaşayınca yine kraliyet döneminde Türkler olarak bizden söz ediliyordu. Fakat 1958’de 14 Temmuz’da bir ihtilalle kraliyet bir monarşi rejimine devredildi, devrildi ve cumhuriyet rejimi ilan edildi. Abdulkerim Kasım dönemi başladı. Kasım döneminde bize dediler ki sizler Türkmensiniz. Bundan sonra adınız Türkmen. Yanlışlıkla size Türkler denilmiş. Biz de Türkmenin kötü bir anlamda kullanılmadığını, nihayet batıya göç eden Oğuzlara Türkmen denildiğini, hatta İslamiyet’i kabul eden Türklere Türkmen denildiğini bildiğimiz için –biraz tabanca zoruyla oldu ama- yani Türkmen olarak adlandırıldık. Bunun bir denemesi Lozan’da da yapılmıştı. İsmet Paşa’ya karşı Lord Curzon (İngiliz Baş Delegesi) “Irak’ta yaşayan Türkler, Türk değil ki onlar Türkmendir, niye onlara sahip çıkıyorsunuz” diye bir çıkış yapınca İsmet Paşa’da Türkmenlerin de Türk olduğunu bu manada Türkiye Türklerinin batı Trakya, işte Kıbrıs(…) Irak Türklerinin de Türkmen olduğunu ifade etmiş.

Aynı şey gibi aslında biraz Anadolu’dan koparmak için yapılan siyasi bir adlandırma. Nasıl ki Yunanistan Türklere Müslüman diyordu onların işine öyle geliyordu. Bunların da işine böyle geldi. Fakat sonuç değişmedi. Biz nihayet Türküz ve Türk dünyasının kültürel açıdan bir parçasıyız. Bunda yadırganacak ya da gocunacak bir şey yok.

F. S.: Bu sivil toplum kuruluşlarının isimlerine de yansıyor, Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği gibi. Peki, siz bu isimlendirmeyi seçerken neyi gözeterek böyle bir tercihte bulundunuz?

Mehmet TÜTÜNCÜ: Tabi bu isimlendirme 1958 senesinde kurulan bir derneğin ismidir. O dönemde bu derneği kuran değerli büyüklerimiz sayın hocamın da arz ettiği gibi o dönemlere kadar özellikle 1958-59’a kadar hep bütün kaynaklarda Irak Türkleri diye geçerdi. O tarihten sonra artık resmi kaynaklarda özellikle Türkmen kelimesi bilinçli olarak kullanılmaya başlanmış. Ancak bunu Iraklı Türklerde yadırgamamış. Özellikle Türkmen kelimesi yani bizim toplum tarafından da sevilen bir sözcüktür. “Türk” “iman” anlamında kullanılan bir sözcük olduğu için o ad böyle yerleşmiş. Yani 58-59’lara kadar bütün kaynaklarda hep Irak Türkleri diye geçiyor.

F. S.: Şöyle bir siyasi öncelik gözetilmiş midir acaba bu söylediklerinizden hareketle: Irak Türkü dersek bunlar kendilerini Türkiye’ye yakın hissederler. Türkmen deyince ayrı bir ulus inşa etmeye yönelik hamlenin bir parçası olarak da değerlendirilebilir mi bu isimlendirme?

S. S.: Yani temelinde o yatıyor fakat bir sonuç alınamamış dediğim gibi.

F. S.: Evet isimlendirme Türkmen olduğu zaman da yine Türkiye’nin bir parçası oldukları inancını kültürel olarak, etnik olarak sürdürmüşler…

S. S.: Zaten Irak Türkleri Derneği kurulurken de o zaman Türkmen kelimesi henüz çıkmamıştı. Dolayısıyla resmi kayıtlara öyle geçti. Biraz da birleştirici oldu çünkü Musul Türkleri, Kerkük Türkleri dendiği zaman o bölgeyi sadece kastediyoruz zannı ile diğer bölge Türkleri, Türkmenleri güceniyorlardı. Birde biraz işimize de yaradı Türkmenler. Çünkü Iraklı Türkler dendiği zaman Irak’ta Türkler böyle oldu şöyle oldu zannediyorlar. Bir grup Türkiyeli gitmiş Irak’a, orda bir trafik kazası geçirdiler. Iraklı Türklere bir şey oldu falan… Ama Iraklı Türkler deyince şimdi halis muhlis Irak’ta yaşayan Türkler anlaşılıyor. Herhalde anlam biraz daha çerçeve olarak oturmuş oldu.

M. T.: Hocamın demin değindiği Lozan görüşmelerinde de İsmet İnönü’nün özellikle cevabında işte bunlar İstanbul ağzıyla konuşmuyorlar da o anlamda eğer onlar Türkmen’se zaten Anadolu’nun hepsi Türkmen’dir o anlamda.

F. S.: Tarihi süreç deyince Irak’ta Türk yerleşiminin tarihinin çok eskilere dayandığını biliyoruz. Irak’ta Türk yerleşimin tarihi gelişimine baktığımızda ana hatlarıyla hangi dönemlere işaret etmek gerekir?

S. S.: Şimdi çok eski tarihlere dayanıyor. İlk belgeye dayanarak bildiğimiz tarih 1054 yılına kadar uzanıyor. Ki o zaman Türk askerleri Abbasi ordusunun askerlerini eğitmek amacıyla oraya götürmüşler okçuluk ve savaşçılık geleneğini, taktiğini onlara öğretmek ve eğitmek gayesiyle. Sonra her sene bunlar çoğalmış. Hatta her sene 2 bin, 4 bin giderek sayıları artarak Irak’a yerleşmişler. Fakat henüz ciddi bir koloni haline gelinmemiş. 1055 yılında Tuğrul Bey’in Abbasi halifesinin daveti üzerine Irak’a yoğun Oğuz ordularının girmesiyle birlikte Irak’ta özellikle kuzey bölgesinde, Bağdat’a kadar olan bölgede geniş bir Türk yerleşmesi meydana gelmiş. Ki bizim için belki en öncelikli en büyük milat. Bu tarih sayılır 1055 yılına ait. Dikkatinizi çekmek isterim 1071 Malazgirt’ten öncedir. Yani Anadolu’nun Türkleşmesinden önce bizim bölgede Türkleşme çok yoğun biçimde gerçekleşmiş. Ve hatta 12. 13. yy’da Musul, Kerkük, Erbil gibi kentler fiziksel ve kültürel açıdan da tamamen Türk olan bir kimlik kazanmış oluyor.

F. S.: Osmanlı dönemine geldiğimizde…

S. S.: Osmanlı dönemine geldiğimizde İran’la biliyorsunuz bölge sürekli el değiştirmişti. İran hâkim olduğu zaman Bağdat’taki hükümdarları ahırlara kapatıyorlardı vs. Osmanlı bu sefer tekrar Bağdat’ı Anadolu topraklarına bağlamak üzere seferler yapmış, Kanuni döneminde. Hatta o dönemde ilk defa Türkmen bölgelerinin kayıt altına alındığı tahrir defterlerinde yazılı, hangi bölgede ne kadar hane olduğu, ne kadar Müslüman ne kadar gayr-i müslim yaşadığı, tarımın ne olduğu… Bunların hepsi tespit edilmiş. Biliyorsunuz çünkü vergi sistemine bağlıydı bunlar.

Daha sonra IV. Murad döneminde yine bir geçiş dönemi oluyor. İran’la el değiştiriyor. IV. Murad’ın Bağdat’a gidişi II. Bağdat Fatihi olarak kabul ediliyor. Tekrar o zaman yine Anadolu’dan büyük miktarda Türk boyları götürülmüş. Tokat’tan, Diyarbakır’dan hatta Kerkük’ten bazı mahallelerden Tokatlılar var. Tokat Camisi, hamamı gibi o dönemden kalma yapılar var.

F. S.: İskan siyasetinin bir parçası olarak yapılmış değil mi?

S. S.: Evet.

F. S.: Peki halen bölgede ne kadar Türk nüfus yaşamaktadır ve hangi şehirlerde bölgelerde yoğunlaşıyorlar?

S. S.: Şimdi Irak’taki Türkmenlerin kültür merkezi –en yoğun bölge- Kerkük’tür hiç şüphesiz. İkinci derecede tabi Erbil geliyor. Gerçi Erbil çok sindirilmiş vaziyette. Bu arada Musul bölgesinde Telafer en yoğun bölgelerden biridir. Bir de önemli dördüncü ayağı Türkmenlerin Tuzhurmatu bölgesindedir. Tuzhurmatu ve çevresindeki Bayat köylerde çok önemli bir Türkmen yerleşim merkezidir.

Şimdi, biliyorsunuz nüfus sayımla ortaya çıkar. Bugün Irak’ta hiçbir etnik grubun sayıları belli değildir. Hatta mezheplerinde sayıları belli değildir. Herkes kendini çok büyük göstermeye çalışır. Ciddi bir nüfus sayımı yapılmadığına göre rakamlarda hep tahminidir. Bizimde tahminimiz ki özellikle 1957 sayımına dayanıyoruz o zaman 570 bin Türkmen veyahut Türkmen olduğu ilan edilmişti kraliyet döneminde. Pardon kraliyet döneminde sayım yapıldı da 500 bin ilan edildi fakat cumhuriyet ilan edilince denildi ki kraliyet dönemi az gösterdi Türkmenlerin nüfusunu. Gerçek nüfusunuz 570 bindir. O zaman Irak’ın nüfusu 6 milyondu. Yani biraz da devlet yaptığı için bu sayımı, KDV indirimini yapmış herhalde, 600 bin dersek 6milyona göre % 10’dur. Bugün Irak 30 milyonsa 3 milyondur, 20 milyonsa 2 milyondur diye bir tahminde bulunuyoruz. Eğer böyle değilse o zaman bu nüfusu ne yaptınız diye sormamız lazım. Yani soykırım mı yapıldı azaldı yoksa bunların hepsi doğum kontrolüne mi tabi tutuldu, bir fiziki müdahale oldu da mı herkes arttı bunlar yerinde saydılar gibi izahı mümkün olmayan bir şey.

F. S.: Nüfusun yaklaşık % 10’u tahmin edilen, büyük bir kitle. Irak Türklerinin ya da Türkmenlerin zengin bir kültür birikimi olduğunu, kendilerine özgü kültürel dokularının olduğunu biliyoruz. Bu kültürün özellikleri, özgün yanları nelerdir? Hemen aklıma gelenler Kerkük evleri, Kerkük türküleri, Kerkük mutfağı, Türkmen mutfağı ve folkloru vb. Bu konuda neler söylenebilir?

S. S.: Şimdi tabii ki bütün Irak’ta aslında bugün bir mimariden bahsedeceksek kesinlikle Türk çağının eserlerinden bahsetmemiz lazım. Musul’dan ta Bağdat’a kadar, Basra’ya kadar Irak’ta Abbasi döneminden belki fazla bir şey kalmamıştır. Ama bugün tarihi eserleri en gözde eserleri Irak’ın, Selçukludan beri günümüze gelmiş. Musul’da Ulu Camii mesela Irak’ın belki bölgenin en ünlü camilerinden biridir. Ve minaresi de Irak’ın en yaşlı, en uzun minaresidir. Bunun yanı sıra Bağdat’taki Mustansırıye yine önemli bir anıttır. Belki Abbasileri en çok hatırlatan da odur. Ama bunların hepsi, medrese planlarını Türklerin biliyorsunuz İslam dünyasına hediye ettiği bir plan tipidir, bir tasarım örneğidir. Çünkü Selçuklular medrese mimarisine gerçekten bütün Orta Doğu’ya model olmuşlar ve her yerde bunlar uygulanmıştır. Ama bugün Kerkük’e baktığımızda Kerkük’teki dini yapılar, sivil yapılar, askeri yapılar tamamen Türk çağının örnekleridir. Ve Türklerin çok zengin bir kültür varlıkları mirası günümüze kadar gelmiştir. Uygarlık tarihinin önemli noktalarıdır, nirengileridir. Hatta şunu da söyleyebilirim: Şimdi biliyorsunuz uygarlıklar, medeniyetler şehirler de inşa edilir. Kırsalda medeni eserler fazlaca meydana gelmez. Büyük şehirler büyük kültürlerin de doğuş yerleri, sanatlarıdır. Bizim şimdi Irak’ta Türkmenlerin yaşadığı bölgeyi gezdiğiniz zaman her bölgenin kendine özgü çok güzel musiki örnekleri var. Musiki de uygarlığın önemli bir ayağıdır. Kerkük Türkleri denildiği zaman bugün Türkiye’de gerçekten belki bizim bu kadar çalışmamızın yanı sıra bir türkü okunduğu zaman milyonların bir anda gönlünü fet ediyor ve Kerkük’ün Türklüğünü ilan ediyor. Bugün türkülerimizin çok sevilen zengin bir mimari kültürel mirası olduğunu, sanat mirasımız olduğunu kabul etmek lazım. Özellikle bunların arasında bize özgü uzun hava tarzı olan hoyratlarımız dünya çapında bir marka olmuş çok önemli bir miras.

F. S.: Sizin özel bir çalışmanız olduğunu da bildiğim için ayrıca soracağım; Kerkük evleri konusunu biraz açar mısınız?

S. S.: Şimdi tabii Kerkük’te, Erbil’de, Tuzhurmatu’da Türkmenler geliştirdiği geleneksel bir ev tipi vardır. Bu sadece bizim Türkmen mimarisine özgü çok zengin bir gelenektir. Bu yapı tipi sadece Türkmenlerin yaşadığı bölgelerde görülebilir. Benim zaten mimari konuda yaptığım doktora “Kerkük evleri” üzerinedir. Tek hedefimde buydu doktora yaptığım zaman. Hocam sordu hangi konu diye, ben de dedim tek konum var: O da Kerkük mimarisi. Dolayısıyla bugün bu mimarı başlı başına Irak’ta örnek olabilmiş ve Türkmen mimarisinin zenginliğini gösteren çok önemli bir kültürel miras. Maalesef bu evlerin en güzelleri Kerkük kalesindeydi. Fakat Kerkük kalesinde Saddam döneminde bir kültürel soykırım yapıldı. Üzülerek ifade ediyorum. Ve 749 civarında ev, geleneksel ev vardı. Şu anda 5-6 tanesi korunmuş vaziyette kalede. 40 tanesi de harabe durumunda bekliyor. Kale dışında da yine Kerkük evlerinin çok güzel örnekleri var. Bunları zaten kitabımızda da gösterdik.

F. S.: Fikir vermesi açısından Türkiye’de hangi yörenin mimarisiyle karşılaştırabiliriz?

S. S.: Türkiye’de en çok Diyarbakır, Urfa ve Mardin’e benzerlik ve paralellik gösterir. Özellikle Urfa, hemen hemen Kerkük’ün bir elmanın iki yarısı gibi, türkülerimizde doğrusu Urfa’yla yine at başı gider. Çok bir birine yakındır.

F. S.: Peki, hocam günümüze geldiğimizde Irak’ta yaşayan Türk nüfusun kültürel, dini ve siyasi yapısına ilişkin neler söylenebilir?

S. S.: Şimdi Türkmenler genellikle Musul yöresinden yani batısında bulunan Telafer’den ta Bağdat yakınlarına kadar geniş bir sahada yaşarlar. Türkmenlerde hem Sünniler var hem de Şiiler. Ama Sünnilerin nüfusu biraz daha fazla tahmin ediliyor Şiilere göre. Yani mesela Telafer’in yarısı Sünni yarısı Şii’dir. Erbil Sünni’dir. Kerkük Sünni’dir. Ama etrafta çok zengin, folkloruyla da zengin Türkmen Şii köyleri var. Tuzhurmatu Şii’dir. Aramızda Allah’a şükür hiçbir sürtüşme de olmamıştır. Bizim bu yapımıza karşılık Kürt nüfusunun çoğu Şafi mezhebindendir. Arapların ise belki yarıdan fazlası, % 55’i Şii’dir % 45’i Sünni’dir. Ama bizde % 60’ı Sünni % 40’ı Şii civarındadır. Fakat dediğim gibi hiçbir sürtüşme olmamıştır. Maalesef 2003 Irak işgalinden sonra Sünniler ve Şiiler arasına büyük bir nifak soktular. Özellikle Arap kardeşlerimiz çok zayiat verdiler, birbirlerini kırdılar. Telafer’e de böyle bir nifak sokmak istediler. Yani Şiilerle Sünnileri birbirlerine kırdırmak istediler fakat onda çok şükür başarılı olamadılar ama biraz da Telafer’de acılar yaşadık. Çok şükür şimdi kardeş gibi yaşıyoruz. İnşallah bundan sonra da bu yapı bozulmaz.

F. S.: Mehmet Bey, Osmanlının dağılmasından sonraki tarihi süreci hocamla ele aldık. Osmanlının dağılmasından sonra Irak’ta kurulan hükümetler ya da yönetim biçimlerinin Türklere karşı bir politika geliştirdiklerini, uygulamalarda bulunduklarını biliyoruz. Bunun ana hatlarına değinirsek, Irak’ta Türk nüfusa karşı nasıl bir yaklaşım ve tutum sergilenmiştir?

M. T.: Biliyorsunuz I. Dünya Savaşı’ndan sonra yani ihdas edilen Irak devleti, Türkmenler biraz zoraki olarak o bölgede… Yani o devletin vatandaşı olarak sayılmışlardır. Ve aslında bunun belli bir süreçten sonra çok fazla devlete karşı bir tepkileri de olmamış. Sadece sosyal, kültürel haklarını elde etmek için bir girişimleri olmuştur, mücadeleleri olmuştur. Ancak Irak’ta kurulan ister kraliyet döneminde ister cumhuriyet rejiminden sonra maalesef bütün hükümetlerde Türkmenlere karşı hep bir üvey evlat muamelesi ve asimilasyon politikası hep izlenmiştir. Dolayısıyla özellikle de bu 1950’lerden sonra biliyorsunuz 1959’da Kerkük’te Türkmenlere karşı büyük bir katliam girişimi tarihin kara sayfalarına geçmiştir. Ve ondan sonraki dönemlerinde de maalesef Türkmenlere hep işte ister kültürel yönden asimile etme ister baskıyla dillerini değiştirme, bölgeden göçe zorlama vs. İşten çıkarma, devlet dairelerinde çalıştırmama, okullardan uzaklaştırma gibi pek çok asimilasyon politikası uygulanmıştır.

F. S.: Saddam Irak’ta en etkili olan liderlerden birisiydi. Saddam dönemine geldiğimizde Irak Türklerinin sosyal ve siyasi, kültürel durumları için neler söylenebilir?

M. T.: Evet, Saddam dönemi özellikle Irak’ın kısa tarihinde 35 senelik bir dönemi kapsamaktadır ve çok acılı günlerin yaşandığı bir dönemi maalesef. Irak Türkmenleri özellikle Saddam döneminde ki Baas Partisi 1968’de Irak’ta iktidara geliyor. İlk senelerde yaklaşımda bir yumuşaklık var, bir esneklik var. Ancak özellikle 1970’lerden itibaren tam bir politika değişikliğine gidiyor ve gerçek yüzünü göstermeye başlıyor Baas Partisi. Ve Türkmenlerin bölgeden silinmesi için dünyada uygulanabilecek en gaddar yöntemleri uygulamıştır.

F. S.: Ne gibi yöntemler bunlar? Bunlardan bahsedebilir misiniz?

M. T.: Bunlardan başta idamlar, uzun seneler hapislerde çürütme politikası, bölgeden göçe zorlama politikası, gayri menkul alımın yasaklanması, ticaret alanlarının daraltılması, eğitim alanında çok zorluklar çıkarılması vs. konularda. Özellikle devlet görevlilerini özellikle Türkmen bölgesinin dışında daha uzak yerlere tayinlerinin çıkartılması bunun gibi bir takım Arapları Irak’ın güneyinden özellikle maddi teşviklerle arsa vererek, iş vererek Kerkük’e ve Türkmen bölgelerine yerleştirmek…

F. S.: Nüfus kompozisyonunu değiştirmek için mi?

M. T.: Evet. Tabii. 35 sene süresince bu izlenmiştir. Başta Kerkük olmak üzere bütün Türkmen bölgesine yönelik bu tür bir politika izlenmiştir. Hatta Türkmenlerin, yani bir Türkmen erkeğinin bir Arap kızıyla evlenme şansı yoktu ama daha çok Arapların Türkmenlerden kız almaya teşvik etmişlerdir. Asimilasyon politikasının ortaya koyduğu uygulamalardan birisi de buydu. Mesela Kerkük’te veya diğer Türkmen bölgelerinde Türkmenlerin gayrimenkul alma gibi bir şansları yoktu. Yasaktı bu. Ancak gayrimenkullerini satma şansları vardır. Ve Kerkük ve diğer Türkmen bölgelerinde en ufak bir imar çalışması bile ev inşa etmek veya yıkılan evlerin bile onarılmasında, inşasında Türkmenlere çok zorluklar çıkarmışlardır. Yani bölgeden göçmeleri için veya Türkmenlikten uzaklaşmaları için her türlü yöntem uygulanmıştır.

F. S.: Peki, tabi bu baskı politikası, asimilasyon politikası karşısında bir mücadeleyi de getirmiş olmalı. Dolayısıyla Irak Türklerinin ya da Türkmenlerin siyasi mücadelesi ve kurumsallaşması ile ilgili nasıl bir seyir başlamıştır. Bu noktada nasıl bir süreç izlenmiştir? Yani siyasi partilerin kurulması, derneklerin ve vakıfların kurulması… Siyasi ve kültürel mücadelede kurumsallaşma hangi süreci izlemiştir?

M. T.: Irak’ta tabi özellikle demokratik bir yönetimin olmayışı bu tür özellikle siyasi kuruluşların kurulması çok zor bir meseledir. Ancak gizli örgütlenmeyle olur/olabilir. Ancak sivil toplum örgütlerinde çok az bir esneklik var. Bu Türkmenler için geçerli değil tabi ki. Türkmenler ilk sivil toplum örgütlerini Türkmen Kardeşlik Ocağı’nı kurarak, o da çok zorluklarla ancak devletten izin alıp 1960 senesinde kurabilmişlerdir. Orda işte Türkmenlerin kültürlerini zenginleştirmek aynı zamanda Irak’a ve dünyaya Türkmenlerin sorunlarını ve yaşadıkları bölgeyi, yaşadıkları zorlukları tanıtmak için kurulmuş bir kuruluşumuzdur. Kardaşlık adında çok değerli bir dergileri vardı. Uzun yıllar yayın yapmıştır. Ancak o kültürel kuruluşa bile tahammül gösterememiştir Saddam rejimi. En son 1976’dan sonra tam baskıyı uygulamaya başlamış ve 1980’de içlerinde o Türkmen Kardaşlık Ocağı’nın başkanı da olmak üzere Türkmen lider kadrosunun idamına giden bir süreç izlenmişti 16 Ocak 1980’de. Ve ondan sonrada tamamıyla artık sivil toplumuyla Türkmenleri tecrit etmişler.

Ancak Türkmenler mücadelelerini daha çok kültürel alanda türküleriyle, hoyratlarıyla ve gizli örgütlenmeleriyle ancak sürdürebilmişler. Irak’ın içinde Kerkük’te ve Saddam’ın kontrolünde kalan bölge daha 2003’e kadar böyle bir şanstan mahrumdu. Ancak Irak’ın kuzeyinde Saddam’ın kontrolü dışındaki bölge 1991’den sonra orda birtakım siyasi kuruluşlar ve sivil toplum örgütleri ancak mücadeleye başlayabildi.

F. S.: Irak’ta Türkmenlerin siyasi parti kurması 1991 sonrası mıdır?

M. T.: Aslında daha öncesine dayanıyor tabii ama gizli, gizli faaliyet gösteriyorlar. İlk deklare eden Irak Milli Türkmen Partisi, 1991 senesinde deklare edildi. Ancak bu ve diğer partilerin kuruluşları daha önceki süreçtedir.

F. S.: 2003 yılındaki Amerikan işgaline değindiniz. Saddam’ın devrilmesi ve ABD işgali sonrasında meydana gelen gelişmeler Irak Türkleri açısından ne yönde olmuştur?

M. T.: Maalesef 1991’de bu girişimin ilk senaryosu ortaya koyulmuştu. 1991’de biliyorsunuz Irak’a müdahale I. Körfez Savaşı’yla yapılmıştır. Ondan sonra Irak’ın kuzeyinde bir güvenlik bölgesi ihdas edildi. O güvenlik bölgesinde nispeten daha uygun siyasi ve kültürel faaliyetler yürütebiliyorduk. Ancak Kerkük dâhil, Musul, Telafer ve Tuzhurmatu dâhil olan bölge Türkmenlerin ki büyük kısmı Türkmenlerin yaşadığı bölgedir. Buralar hep Saddam kontrolünde kaldı 2003’e kadar.

2003’ten sonra ABD’nin müdahalesi ile Saddam rejimin devrilmesi aslında Türkmenler 35 sene zulüm altında yaşadıkları bir rejimden kurtulmanın bir yandan sevincini yaşamakla birlikte bir yandan da ancak yabancı bir güç tarafından ihtilalin gerçekleştirilmesi. Ve özellikle de bu ABD’nin Türkiye’deki “1 Mart Tezkeresi”nin reddedilmesinden dolayı Türkmenlere karşı çok gaddarca bir politika izlenmiştir. Ve Türkmen bölgesindeki politikasını tamamıyla Amerika ile paralel giden Kürt ve peşmerge politikası üzerine oturmuştur. Maalesef bir yerde de kendi baskısının dışında Kürtleri de Türkmenlere karşı kışkırtmıştır.

F. S.: Şimdi hocam siz öğretim üyesi göreviniz dışında aynı zamanda Kerkük Vakfı Genel Sekreterisiniz. Dolayısıyla Irak Türklerinin siyasi ve kültürel mücadelesinde kurumsallaşma, STK’ların gelişimi, siyasi partilerin gelişimi… Mehmet Beyle konuştuğumuz konuya sizin yaklaşımınızı da almak istiyorum. Mücadele dernekleri ya da kurumları, vakıfları, partileri sürecine ilişkin sizin değerlendirmenizi alabilir miyiz?

S. S.: Tabi sizin sorunuza da bir yanıt olarak Irak Türkmenleri yoğun baskıya karşı bir demokratik mücadele yolunu seçmişlerdir. Yani bazıları hani mücadelede silaha sarılıp işte militarist birtakım yöntemlere başvurmuşlar. Ama Türkmenler demokratik ve barışçıl yollarla mücadele ederek bir çizgiye gelmek istemişlerdir. Biraz bunda da doğrusu Türkmenlere telkinlerinde payı büyüktür. Abilerimiz, bizi seven devletler “sakın ha siz bulunduğunuz devlete başkaldırmayın, sadık vatandaş olun demokratik yolu seçin” demişler. Belki bir yerde de doğrudur bu yani, kötü bir şey değil. Ama bizim için biraz masraflı olmuştur bu. Bizde tabi Türkiye’de derneğimiz ilk kuruluş olarak büyük bir hizmet icra etmiş, hep demokratik yollarla Türkiye’ye Türkmenleri tanıtmak, Türkmenlerin kültürlerini yaymak, oradaki vatandaşlarımız arasındaki sosyal ilişkileri sağlamlaştırmak, güçlendirmek için elimizden geleni yaptık/yapıyoruz.

Kerkük Vakfı olarak 1997’den itibaren özellikle Irak Türkmenlerinin geçmişi, tarihi, edebiyatı, kültürü, folkloru, mimarisi hakkında geniş yayınlar yaptık. Ve Kardaşlık diye bir dergimizde yayınlanıyor üç dilde; Türkçe, İngilizce, Arapça. Hani hem batıya hem doğuya hem de Türkiyeli Türkçe konuşan kardeşlerimize de derdimizi anlatabilmek için yayın faaliyetini sürdürdük ve bu şekilde Türkiye’de güçlü bir mücadele vermeye çalıştık. Zannederim bu tanıtma konusunda payımız büyük olmuştur. Derneğimizin de gerçi yine kitap yayınları var. Ama bizim özellikle Kerkük Vakfı yayın konusunda çok büyük emek sarf etti.

F. S.: Yayın dışında başka ne gibi faaliyetler yapıyor Kerkük Vakfı?

S. S.: Kerkük Vakfı aynı zamanda sempozyumlar düzenliyor, toplantılar, konferanslar yapılıyor. Bu arada bazı kurumlarla iş birliği yaparak onlarla ortak faaliyetlerde bulunuyor. Derneğimizle yine kardeş, soydaş derneklerle birlikte zaman zaman ortaklaşa birtakım etkinlikler yapıyoruz. Bu konuda zaten bütün kuruluşlarımız arasında yani diasporada olan diğer kardeşlerimize de buradan destek veriyoruz. Hollanda’da, Almanya’da, Amerika’da, Kanada’da hepsinin birbiriyle fiziki bağlantıları var. Zaman zaman çok parçalanmış gibi görünüyoruz ama çok şükür öyle bir şeyde yok. Toplum olarak tek yürek, tek bilek Irak’ta Türkmenlerin izlediği yol, izlediği siyaset yine tektir. Ama değişik partiler altında olması da belki bir renk katıyor diye düşünüyoruz. Çünkü Irak’ta siyasi mücadele tek noktada kümeleşerek netice almıyor. Herkes birbiriyle itilaf kurarak, yani koalisyon kurarak iyi sonuçlar elde edebiliyor.

Diğer topluluklara da bakarsanız yani Arap Sünniler, Şiiler birbirileriyle koalisyon kurarak büyük rakamda, büyük sayıda milletvekili çıkarmaya çalışıyorlar. Kürt partileri de bir araya gelerek ancak seslerini yükseltebiliyorlar. Ayrı ayrı girseler sayıları da azalmış olabilir. Bizde bu tehlikeyi önlemek için zaman zaman koalisyonlarda da yer alan kardeşlerimiz meclise, Irak parlamentosuna girebiliyorlar. Fakat Türkiye tabi burada büyük bir bölgenin aktörüdür. Zaman zaman Irak’ta yaşayan bütün topluluklara da destek veriyor ve orada bir an önce gerçekten belini doğrultmasını, demokratik bir yapıya kavuşmasını istiyor.

Demokratik mücadele ortamı sağlanırsa aslında bizim için yolumuz daha da açık olur. Daha güçlü bir ses çıkarabiliriz. Çünkü bizim entelektüelimiz, okur-yazar olanımız diğer topluluklara göre daha yüksek. Okuyan toplumunda biliyorsunuz demokratik alt yapısı daha sağlam olur, daha güçlü olur. Bu konuda tabi Irak’ta yanlış gidişe son verilmesi bizim için bence en sağlam açılmış yol olur. Çünkü Irak’ta siyasal örgütler etnik ve mezhep yapılarına göre ayrılmışlar ki bu çok tehlikeli bir şeydir. Bundan, bu anayasanın bir an önce düzeltilip Iraklılık kimliği altında herkesin mücadele etmesi, diğer demokratik ülkelerde olduğu gibi yani etnik yapıya göre, mezhep, dini ayrıma göre siyasi örgütler kurulursa o ülke için felaket olur. Maalesef Irak halkına zorla bunu dikte ettirmişler ki birazda tabanca zoruyla olmuş. Ve bunun yanlışlıkları giderek anlaşılıyor. Bütün parti liderleri herkes bunu söylüyor. Bu anayasayı düzeltmeden Irak’ta işler rayına oturmaz diye.

F. S.: Derneğin faaliyetlerine de kısaca değinsek. Bir de bununla bağlantılı olarak Türkiye’de olduğu gibi başka ülkelerde de Irak Türklerinin neler yaşadığını biliyoruz. Türkmen diasporası ve bu bağlamda da sizin derneğin çalışmalarına kısaca değinebilir miyiz?

M. T.: Tabi. Bizim kuruluşumuz Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği. Türkiye’de yani Irak’ın dışında kurulmuş en eski -50 yıllık- sivil toplum örgütü. 1959’da kurulmuş. Ve başta Türkiye -ana vatan- olmak üzere Irak Türklerinin sorunlarını, sıkıntılarını, kültürlerini tanıtmak amacıyla özellikle büyük hizmetler vermiştir. İster yayın alanında ister konferanslar, toplantılar, sempozyumlar düzenleyerek, bazen tepki yürüyüşleri düzenleyerek Irak’taki soykırımlara karşı… Ve bunun dışında dergi, gazete, kitaplar gibi yayınlarla da kültürel faaliyetini ve siyasi düşüncesini sürekli Türk ve dünya kamuoyuyla paylamıştır.

Bunun dışında tabi Türkiye dışında kurulan Avrupa’da, ABD’de ve bazı Arap ülkelerinde kurulan Türkmen sivil toplum örgütleri var. Bunlarla her biri ile ortaklaşa pek çok faaliyetler gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Belki tam anlamıyla istediğimiz düzeyde bir Türkmen diasporası oluşmuş diyemeyiz. Ancak bunun için çok yoğun mücadeleler var. Eminiz en yakın süreçte bunu gerçekleştirebiliriz.

F. S.: Suphi Hocam diğer bir sürü çalışma, kitap yanında “Kerkük Güldestesi” isimli bir kitabınızın olduğunu da biliyoruz. Bir şiir okuyarak kapatalım istiyoruz. Bize bir şiir okur musunuz “Kerkük Güldestesi” kitabınızdan? Böylece Kerkük kültüründen de küçük bir ikramla kapamış oluruz. Ve Irak Türkleri, Türkmenleri mücadelesinde hayatını kaybedenlere de bu vesileyle Allah’tan rahmet diliyoruz!

S. S.: Şimdi bir Türkmen Baran şairimizin şiirini okumak istiyorum, Nesir Erbil. Erbilli’dir. Kerkük ve Erbil kardeş şehir, ikisinin de kaleleri var. Ortada da yine Türkmen kasabası Altınköprü var. Küçük Zap üzerinde tam ortadadır. Dolayısıyla bunu güzel bir şiirle bağlamış. Şiirin adı “iki şehir”, yani Erbil’le Kerkük’ü kastediyor.

İki Şehir

İki şehir bilirim candan bağlı yürekten dağlı

Bir Altınköprü ile kalpleri bağlı

Biri mavilikler içinde öbürünün yanar ufukları

Geceler onları boğmazsa güneşli günlere varacaklar

Görecekler ümitli ışıkların doğuşunu

Şafakla beraber silinecek acılar

Kurtulacak iki şehir serap ümitlerine koşmaktan.

Bu videoyu indirmek için lütfen tıklayınız…