Kafkasya’da Güncel Gelişmeler -

Fehim Taştekin – Gazeteci-Yazar, 11 Eylül 2010.

Kafkasya’da Güncel Gelişmeler

Kafkasya’da Güncel Gelişmeler, (Fehim Taştekin – Gazeteci, Yazar) 11 Eylül 2010.

KAFKASYA’DA GÜNCEL GELİŞMELER

Fehim Taştekin – Radikal Gazetesi Dış Politika Editörü

Dr. Fahri SOLAK: Bugünkü programımızda Kafkasya’da son dönemde meydana gelen gelişmeleri ve bu gelişmelerin arka planını birlikte ele alacağız. Uzman bir konuğumuz var: Fehim Taştekin. Fehim Bey, Radikal Gazetesi’nde köşe yazıları yazıyor, özellikle de Kafkasya’yla ilgili. Ve dış politika editörlerinden birisi. Bugün Fehim Bey’le “Kafkasya’da Güncel Gelişmeler” konusunu ele alacağız. Hoş geldiniz programımıza.

Fehim TAŞTEKİN: Hoş bulduk, teşekkür ederim.

F. S.: Kafkasya’yı ele alacağız madem, öncelikle Kafkasya neresidir, Güney Kafkasya, Kuzey Kafkasya, Trans Kafkasya… Gerek günlük hayatta, gerek gazetelerde, televizyonlarda, literatürde karşımıza çıkıyor. Bu kavramsal çerçeveyle başlayalım istiyorum…

F. T.: Kafkasya, Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki bölgedir. Çok bildiğimiz meşhur Kafkas Sıradağları, özellikle Elbruz gibi, Kafkasya Bölgesi’nin temel ve coğrafi karakterini oluşturan bir hat, çizgi vardır. Kafkas halkları o dağın güneyinde ve kuzeyinde yaşarlar. Tarihsel olarak orada yaşayan halklar, bilimsel çalışmalardan ve kazılardan çıkan verilerden hareketle 5 bin ile 7 bin arasında varlıkları ortaya konmuştur. O bölgede o halklar farklı dillerde ve farklı bölgelerde yaşayan halklar yani yerli halkları. Fakat biz tarihte Kafkasya derken şu an Kuzey Kafkasya olarak nitelendirilen bölgeyi anlatıyorduk. Daha sonra Kuzey ve Güney Kafkasya diye bir ayrıma gidildi. Esasen bu doğru değil. Kafkasya dediğimiz yerde bugün dokuz tane cumhuriyet vardır. Bunların yedi tanesi Rusya Federasyonu içerisinde yer alır. İki tanesi de defakto olarak bağımsız olan, Rusya’nın bağımsızlığını tanıdığı cumhuriyetlerdir. Tarihte buraya Kafkasya diyorduk, aşağıda olanlara da yani güneyde bulunanlara da Kafkas ötesi, Ruslar “Zakavkaza” diyorlar. Burada Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan var. Bunların coğrafi konuşlanışı bu şekilde.

F. S.: Yani “Trans Kafkasya” dediğimizde Kafkas Dağları’nın ötesini, güneydeki üç cumhuriyeti kastetmiş oluyoruz değil mi?

F. T.: Kafkasya dediğimizde, bugün çağdaş literatürde Kuzey Kafkasya diye geçen ve Rusya Federasyonu içerisinde yer alan yedi cumhuriyet ve Güney Osetya ve Abhazya’yı kastetmiş oluyoruz.

F. S.: Hangi cumhuriyetlerdir bunlar?

F. T.: Batıdan doğuya doğru sayarsak; Adige, Karaçay-Çerkez, Balkar, Kuzey Osetya, İnguşetya, Çeçenya, Dağıstan. Bir de bu cumhuriyetlerin dışında Krasnodar Krayı gibi bölgeler var. Bu bölgeler de normalde tarihi Kafkasya coğrafyasındadır. Fakat bu bölgelerde Kafkasya’nın kendi yerli halkları çok fazla kalmadı. Özellikle Krasnodar Krayı’da, mesela Adige bir ada gibidir. Sürgün sonrası oradaki Kafkas halkları boşaltıldığı için ağırlıklı olarak oralarda Rus Kazakları ve Etnik Ruslar yaşıyor. Fakat coğrafi olarak orası da Kafkasya’dır.

F. S.: Bir dağ isminden söz ettiniz. Biz Kafkas Sıradağları olarak biliyoruz. Siz Elbruz dediniz.

F. T.: Elbruz en zirvesidir. Kazbek, Elbruz… Bu şekilde çok sayıda dağ vardır.

F. S.: Elbruz ismi yerel, Kafkas isimlendirmelerinden midir, yoksa uluslararası coğrafyada da kullanılan bir isimlendirme midir?

F. T.: Elbruz, uluslararasında tanınan bir isimdir. Her halk kendine göre isimler veriyor bu dağlara. Diyelim ki Balkarlar-Karaçaylar bir isim veriyor; Kabartayler, Adigeler başka bir isim veriyor. İsimler farklıdır ama uluslararası literatüre giren, tanınmış ismi Elbruz’dur.

F. S.: Kafkasya’nın neresi olduğuna, coğrafi özelliklerine çok kısa değindikten sonra, dediniz ki nüfus azaldı, yani halklar azalıyor. Göçe atıfta bulundunuz. Kafkas tarihinin ana kırılma noktaları nelerdir desem hangi tarihlere işaret edersiniz?

F.T.: Rusya tarih sahnesine çıktıktan çok kısa bir süre sonra, 1.500’lerde, direk Kafkasya’ya dayanıyor ve o tarihten 1864’e kadar, bazen on yıl süren bazen beş yıl, bazen bir yıl süren çok sayıda savaşlar yaşanıyor ve en büyük savaş işte Şeyh Şamil’in yürütmüş olduğu savaştır. Şeyh Şamil 1859’da teslim olduğunda o uzun soluklu savaş bitiyor. Devam ediyor fakat Şeyh Şamil önderliğindeki savaş bitiyor. Bu Rusya’nın güneye inme, büyüme stratejisinin en önemli odak noktası olduğu için Kafkasya burada sayısız savaşlar ve binlerce, milyonlarca insanın yaşamına mal olan trajediden bahsediyoruz. Zaman gelmiştir Kabartaylarla savaşmışlardır, zaman gelmiştir Çerkez halklarının diğer kabileleriyle savaşmışlardır; Dağıstan halklarıyla savaşmışlardır; Çeçenlerle savaşmışlardır. Savaşlar farklı dönemlerde sürekli ve daimi olan bir hal arz etmektedir.

1864’te ise ‘büyük sürgün’ olarak bilinen olay yaşanmıştır. Osmanlı coğrafyasına hem Karadeniz’den hem karadan yaklaşık 1,5 milyon ile 2 milyon arasında insan sürülmüştür. Anavatanda kalanlar bu sürülen halkların onda biri kadardır.

F. S.: Yani nüfusun % 90’ı vatanından sürülmüştür.

F. T.: Özellikle Çerkez nüfusunu kastediyorum. Doğu Kafkasya’daki Dağıstan, Çeçenistan gibi bölgedeki halklarda kendi yerlerinde iç sürgüne tabi tutulmuşlardır. Dağlık bölgelerden ovalara, yani direnişi tuttukları yer dağlık bölgelerdir. Ruslar onları ovalara zorlayarak dağı zapt edebilir bir coğrafi ortam oluşturmuşlardır.

F. S.: Bir de 2 milyon rakamı o günkü şartlarda çok büyük bir rakam değil mi?  1864’ten 50 yıl sonra 12 milyon nüfusu olduğunu biliyoruz. Çok büyük kitlesel bir hareket…

F. T.: Şunu söyleyeyim size, rakamsal şaşırtıcılık var çünkü: Bugün mesela Adige’de 100 bin civarında Adige yaşıyor. Türkiye’de, Adige dediğimiz Çerkez nüfusu minimum 3 milyon. Bu rakamı 4-5 milyona çıkaran insanlar da var ama ben üç milyonun altında bir rakam öngören görmedim. Sürgünün boyutunu göstermesi açısından bu çok önemlidir. Şapsığ bölgesi vardır mesela Krasnodar Krayı’da, yani Karadeniz’in kıyısında. O bölgede topu topu sekiz tane köy var, nüfusları 8 – 10 bin civarında. Aynı şekilde başka bölgelerde bu tür çok ciddi kıyımlar olmuştur. Mesela bugün Soçi dediğimiz Ubıhya bölgesinde insanlar tamamen sürülmüştür ve çok trajik bir olay, Ubıhçayı konuşan Tevfik Esen Türkiye’de vefat etmiştir 1989’da. Son Ubıh diye kitap yapılmıştır. Bu da Kafkasya’nın yaşadığı korkunç trajediyi resmeden bir olaydır.

F. S.: Sorumuza dönecek olursak, Kafkas tarihinin ana kırılma noktaları demiştik. Bunların birincisi Rus işgali, ikincisi 1864 Büyük Sürgün.

F. T.: Bu ana kırılma noktalarından diğeri ise Lenin önderliğindeki Bolşevik Devrimidir. O da Kafkasya’da çok farklı bir siyasi yapılanmayı beraberinde getirmiştir. Çarlık Rusya’sı Kafkasya’yı tamamen zapt etme, kolonize etme politikası gütmüştür. SSCB döneminde ise Bolşevikler Kafkasya’da özerk yapılar inşa ederek farklı bir siyasal yapılanma ortaya çıkarmışlardır. Bölgeler kurmuştur. Zaman zaman isimleri değişmiştir, zaman zaman iki bölge birleştirilmiştir, bazen ayrılmıştır, ayrıştırılmıştır. Mesela Abhazya, Stalin döneminde Gürcistan’a dâhil edilmiştir. Güney Osetya, Kuzey Osetya’dan ayrılmıştır, Gürcistan’a verilmiştir. Bu şekilde Kabarbey, Balkar, Çerkez ve Çeçenya, İnguşetya birleşmiş ve ayrılmıştır. Bu birleşme-ayrılma özellikle 1937’de ve II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan bir sürgün daha var: ‘1943-44 sürgünleri’. O tarihte de Çerkezler değil, sadece Çeçenler, İnguşlar, Karaçaylar, Balkarlar ve birkaç Türk grubu sürülmüştür.

1957’de cumhuriyetler feshedildi, o topraklar diğer cumhuriyetler arasında paylaştırıldı. Tekrar 1957’de Orta Asya’dan sürgüne dönüş izni verildi ve cumhuriyetler yeniden kuruldu. Bazılarının toprakları diğer halklara verildiği için kardeş halkları topraklarında oturur buldular. Çok sayıda etnik mayın bu şekilde döşenmiş oldu. SSCB dağıldıktan sonra halklar topraklarına geri dönmek istediklerinde çatışmalar çıktı. Mesela bunun uzantısı olarak, 19991’de, İnguşlarla Osetler arasında çatışma yaşandı.

F. S.: Dolayısıyla bu tür büyük nüfus hareketleri ve sınırlarla sık sık oynanması beraberinde birçok sorunu da getirdi.

F. T.: Bunlar etnik mayınlardır. Her zaman patlayabilir, planlı bir şekilde patlatılabilir ve halkları birbirine düşürmek için kullanılabilir şeyler.

F. S.: Zaten  daha sonra da bunun örneklerine rastlıyoruz. Demin değindiğiniz bir konudan hareketle soru sormak istiyorum. 2 milyon insanın Osmanlı topraklarına, bugünkü Türkiye’ye geldiğinden söz ettik. Kafkasya ile Türkiye arasındaki ilişki sadece bu nüfus hareketleriyle sınırlı olmasa gerek. Sorun şu: Kafkasya Türkiye için ne ifade etmektedir? Ve tabii bununla bağlantılı olarak önemi nedir?

F. T.: Türklerin, özellikle Osmanlı döneminde, Kafkasya ile ilgilenmesinin iki tane çok önemli nedeni var: Birincisi, Orta Asya ile bağlantı kurabilmek ki arada Kafkasya var. İkincisi de Rusya’yı durdurabilmek. Çünkü Rusya’yı ancak Kafkasya’yı sağlama alarak durdurabilirdi ve bunun için Rusya’yla Osmanlı arasında yapılan neredeyse bütün anlaşmalarda Kafkasya bir şekilde yer alır. Dönemin bu iki süper gücünün karşılaştıkları bir yerdi Kafkasya. Bu bölge daha sonra NATO ile Sovyet bloğunun karşılaştığı yer haline geldi. Bugün halen bu karşılaşma devam ediyor ve karşılaşmanın sancıları farklı şekillerde hissediliyor.

Osmanlı bir başka nedenle ilgilendi Kafkasya’yla. O da daralma yani çöküş sürecinde Osmanlı’nın Müslüman nüfusa çok ciddi bir şekilde ihtiyaç duymasıydı. Özellikle Balkanlarda, Orta Doğu’da savaşan, sadık, sağlam bir Müslüman nüfusa ihtiyacı vardı. O zaman sürgün başladığında gelen Çerkezler Osmanlı için çok ciddi potansiyel arz etti. Yani onları Balkanlarda, sıcak, tampon bölgelere ve Orta Doğu’da tampon bölgelere yerleştirdi. Fakat daha sonra, oralardan çekilince Osmanlı, Çerkezler bir sürgün ve yeni bir trajedi daha yaşadılar. Bu sefer de Balkanlardakiler tekrar Osmanlı’nın farklı bölgelerine sürüldü.

F. S.: Tarihi bağlantıya değindik ve buradan hareketle 1991 sonrasından günümüze kadar olan zamanı ele alırsak, Türkiye’nin Kafkasya politikasının ana unsurları nelerdir? Bu politikayı nasıl değerlendirebiliriz?

F. T.: Kafkasya -Kuzey’i kastediyoruz- ile ilgili Türkiye’nin politikası Rusya Federasyonu içerisindedir ve görmemezlikten geldiği bir coğrafya içerisindedir. Fakat Türkiye ağırlıklı olarak bütün taşlarını Kafkasya ötesindeki bölgeye oynamıştır. Burada Türkiye’nin politikasını belirleyen, özellikle Ermenistan ile ilişkilerdir. Karabağ sorunu yüzünden Türkiye kendisini bir politikaya mecbur hissetmiştir. Ermenistan’la sınırın kapalı olması, ilişkilerin olmaması, Kafkasya’nın önemli bir kısmının kapısını da Türkiye’ye kapaması anlamına geldiği için Türkiye bu ittifak kurma ihtiyacını ve eksikliğini Gürcistan üzerine yoğunlaşarak gidermeye çalışmıştır. Haliyle Gürcistan ile sıra dışı bir müttefiklik ilişkisi ortaya çıkmıştır. Azerbaycan bağlantısı da olmadığı için böyle bir sıkıntı var. Ama Gürcistan ile ittifak ilişkisinin NATO bağlantılı nedenleri de var. Yani sadece Türkiye’nin dış politikası değil, Türkiye NATO müttefiki olarak, ortak çıkarlar güderek, Rusya’ya karşı Gürcistan’ı sağlam tutma çabası içerisine girmiştir. Böylece Türkiye, NATO ile birlikte, Gürcistan’a, özellikle 2002’den sonra, eğit ve donat programıyla bir ordu oluşturmuş; askeri teknik ve diğer destekler sunulmuştur. Bunun yansımaları özellikle Abhazya konusunda çıkıyor.

F. S.: NATO bağlamında Türkiye-Gürcistan, Türkiye-AB ilişkileri dediğimizde Kafkasya’nın küresel güç mücadelesindeki önemine gelmiş bulunuyoruz. Bu mücadelede Kafkasya’nın yeri nedir? Bir yanda Rusya, bir yanda Avrupa Birliği ve bir yanda Amerika Birleşik Devletleri, bölgesel güçler olarak Türkiye, İran…

F. T.: Esasen soğuk savaş bitmedi ve devam ediyor. Özellikle Kafkasya’ya sıra geldiğinde bunu çok net görüyorsunuz.

ABD, soğuk savaş döneminde Kafkasya’ya hiç giremedi. İlk kez Gürcistan üzerinden girmeyi başardı. Ermeni lobisi çok güçlü olmasına rağmen, Ermenistan ile de istediği ittifakı kuramadı ve oraya da giremedi. Azerbaycan’la nispeten bu ittifak ilişkisini gerçekleştirdi. Ama bütün ağırlığını Gürcistan’a verdi ve Gürcistan’da üsleri var. Kafkasya sonuç itibariyle Rusya’nın NATO ile karşılaştığı yer. Hiç değişmedi bu kural. Orada bunu hissediyorsunuz. Rusya, özellikle 1990’daki AGİT anlaşmasından sonra, Gürcistan’daki üsleri çekmek zorunda kaldı ve stratejik olarak kaybetti. Boşluğu ise ABD doldurdu. Fakat özellikle 2008’deki Osetya’ya saldırı sonrasında, Gürcistan ile Rusya’nın karşı karşıya gelmesi, savaşması, Rusya’nın yeni stratejik dengeleri kurmasına imkân verdi. Öncesinde Rusya’nın, Kafkasya bölgesi yani Abhazya, Güney Osetya’yla ilgili çok ciddi yatırımları ve açılımları var. Çünkü Bağımsız Devletler Topluluğu, 1993 savaşından sonra Abhazya’ya ambargo uyguluyordu. O ambargoyu tek taraflı olarak kaldırdılar 2006’dan sonra. Ve o bölgeyle ilgili ilişkiler geliştirdi. Gürcistan’a NATO ve ABD’nin yaptığı stratejik yatırımları karşılamak için Rusya’da Osetya’ya ağırlık vermeye başladı. 2008 savaşı büyük bir fırsat oldu ve hem Abhazya hem de Güney Osetya’da üsler kurdu, kurmaya da devam ediyor. Abhazya’da deniz üssü de kuruyor ki buradaki üs Sovyetler döneminde de kullanılan bir üsttü. Burada mesele Gürcistan ile Rusya değil. Mesele NATO yani batıyla Rusya’nın çıkar çatışmasının belirgin bir çizgi haline dönüştüğü bir yer olmasıdır.

F. S.: Peki bu noktaya gelindiğinde ABD ile AB’nin Kafkasya’da çok da etkili olamadıkları görülüyor değil mi, en azından istedikleri ölçüde? Bunda ne tür faktörlerin etkili olduğunu düşünüyorsunuz?

F. T.: AB’nin sıkıntıları farklı, enerji bağımlılığı nedeniyle, özellikle Almanya’yı kastediyorum ki Almanya’nın NATO gücü ve politikalarını belirleyici bir etkisi var. Doğalgaz ve petrole olan bağımlılık nedeniyle Rusya’nın politikalarına fazla ses çıkaramıyorlar.

Hatırlarsınız, 2004 yılı sonunda başlayan ve 2005 yılı başında da Saakaşvili’nin iktidara gelmesiyle “Gül Devrimi” oldu. Büyük bir darbeydi aslında, Rusya’nın nüfusunu doğrudan kesen, 1999’da başlayan süreci sonlandıran bir hareketti. Bu operasyonun arkasında ABD vardı. Rusya, bunun rövanşını Ukrayna’da, daha sonra da 2008’de Gürcistan savaşında aldı. İktidarı değiştirmeden belki değiştiremeden, Güney Osetya ve Abhazya’yı tanıyarak Rusya’nın toprak bütünlüğü politikasına çok esaslı bir darbe indirdi ve geri dönüşü olmayan bir sayfa açmış oldu. Artık bu tarihten sonra, Gürcistan’ın Güney Osetya ve Abhazya’yı alma şansı sıfırdır.

F. S.: Rusya’nın bu iki ülkeyi tanımasıyla yeni durum ortaya çıkmış oldu. Bu durumun yansımalarını ve Kafkasya’da yeni dengelerin oluşumunda nasıl kritik bir rol oynayacağını öngörebiliriz?

F. T.: Bunun Kafkasya’ya iç yansımaları ve uluslararası dengelere yansımaları var ama bundan önce Kosova’yı konuşmak gerekir. Kosova’da, Türkiye’nin de ortaklarından olduğu, emsal teşkil eden bir eylem oluştu. Çünkü Kosova, BM kararı olmaksızın, tek taraflı bağımsızlığını ilan etti ve tek taraflı olarak tanındı. Abhazya’nın tarihsel olarak Gürcistan’la bir bağı yok ve Abhazya Krallığı var tarihte. 1810’da Rusya ile birleşmesi söz konusu. Gürcistan ile Abhazya’nın ortak krallıkları var fakat Gürcistan’ın Abhazya üzerinde bir egemenliği yok. Aynı şekilde Abhazların Gürcistan’a bağımlılıkları da söz konusu değil. Abhazlar, Sovyetler döneminde Gürcü asıllı Stalin tarafından Gürcistan’a bağlandı. Kosova için aynı şey söz konusu değil, çünkü Kosova’da din faktörü var. Ama sonuç itibariyle, Kosova, Sırbistan’nın tarihi kalbi. Gücistan ile Abhazya ilişkisi ise böyle değil. Bu açıdan baktığımızda argümanlar farklılaşıyor. Abhazya, Sovyetler Birliği dağılırken, Güscistan’la kendisini bağlayan Sovyet anayasası ortadan kalktığı için bağımsızlığını ilan etti ve tanınmadı. Güney Osetya da aynı kaderi paylaştı. Rusya tek taraflı olarak, Kosova örneğini göstererek, tanımış oldu. Burada uluslararası hukuk devreye girecekse, Kosova uluslararası hukukta bir yer edinebiliyorsa, bu iki ülkenin de yer edinebilme şansı ve hatta daha fazlası var.

Az önce soğuk savaş dengeleri üzerinden gelişen olaylardan bahsederken Abhazya’nın ve Güney Osetya’nın tanınmasında da aynı şeyi öngörüyoruz: Rusya’nın müttefikleri, Venezüella, Nikaragua ve okyanus ötesinden Nauru tanımış oldu. Küba’dan, Latin Amerika’nın sol iktidarlarından, Beyaz Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nun diğer üyelerinden beklentiler var. Ama onların kendi farklı sıkıntıları olduğu için hiçbiri adım atamıyor. Önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde farklı açılımlar olacak, bundan eminim. Ama Gürcistan’ın, Rusya olmasa bile, kaybettiği bu bölgeleri geri alma şansı yok.

F. S.: Rusya’nın, Abhazya, Güney Osetya ve Ermenistan’la askeri anlaşmalar imzaladığını biliyoruz. Bunu nasıl yorumlamak mümkün?

F. T.: Bir kere buraya konuşlandırılan füze sistemleri çok önemli. Bu güney koridorunu kontrol altına alma imkânı veriyor Rusya’ya. Bu koridor öyle bir koridor ki ABD’nin Afganistan operasyonlarını bile etkiliyor. Başka senaryolar da var. Örneğin, İsrail’in İran’a saldırması ihtimalinde, Gürcistan ve Azerbaycan üzerinden, oradaki üsleri kullanarak harekette bulunması gibi bir takım senaryolar var. Böylesi bir senaryoda bile Rusya’nın Abhazya, Güney Osetya ve Ermenistan’a kurduğu üsler öne çıkacaktır. Bu hava koridorunu denetim altında tutması açısından Rusya çok ciddi bir manivela, stratejik bir güç kazandırıyor. Karadeniz’in hâkimiyeti devreye giriyor her şeyden öte. Karadeniz Bölgesinde Rusya yeniden varlık gösteriyor, çünkü Ukrayna’da Karadeniz filosunun sözleşmesini 2042’ye kadar uzattılar. ABD 2008’de Karadeniz’e girmek istemişti, hatırlarsınız. Aslında Montrö sayesinde giremedi, Türk gemiler girdi. Ama güç mücadelesi Karadeniz’i ele geçirme, Karadeniz’de var olma, nüfus sahibi olma mücadelesi var, alttan alta devam eden. Rusya kendi bölgesinde buna kolay kolay izin vermiyor.

F. S.: Böylece Rusya, Abhazya, Güney Osetya ve Ermenistan ile yaptığı anlaşmalarla bir adım öne geçmiş oldu. Hamle kazandı en azından.

F. T.: Evet, çok ciddi bir hamle kazandı. Karabağ konusunda da bir hamle yaparsa, bütün oyunu kendi kurallarına göre kurmuş olacak Kafkasya’da.

F. S.: Bunun Karabağ sorununa yansımaları nasıl olabilir? Değinmişken bu konuyu da açalım istiyorum…

F. T.: Abhazya’nın tanınması Karabağ’daki Ermeni yönetiminin de tanınma taleplerini gündeme getirir. Ama oradaki herhangi bir hareket çok açık ve net bir şekilde savaş nedeni olabilir. Çünkü Azerbaycan yönetimi 1994’te Karabağ savaşı çıktığında askeri olarak bir varlığı yoktu. Ama şimdi ordusu, çok ciddi askeri harcamaları, kendine güveni var ve tehdit de ediyor. “Minsk Grubu sürecinin sonuç vermemesi halinde savaş kararı alırım” diyor. Bu bir siyasi süreci hareketlendirme gibi algılanabilir ki öyledir. Gerçek bir savaş tehdidi olarak algılanmıyor ama kas gücünü göstererek masada yerini sağlam tutmaya çalışıyor.

Eğer Karabağ sorunu çözülürse Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkiler rayına oturursa, Türkiye, Kafkasya’daki stratejik önceliklerini değiştirmek zorunda kalacaktır. Gürcistan’a kendini mahkum eden pozisyondan kurtulmuş olacaktır. Abhazya, Güney Osetya ve Rusya ile ilişkilerini daha sağlıklı bir zeminde yürütme şansına sahip olacaktır. Rusya, Türkiye ile rekabet içinde bölgede gücünü arttırmaya çalışıyor. Çünkü çok ciddi anlamda, tarihte görülmemiş düzeyde gelişen ilişkiler ve stratejik derinlik söz konusu. Bu stratejik derinlik, Türkiye’nin, batıyla ve NATO’yla ilişkilerinde daha dengeli bir politikaya evirilmesi, özellikle Rusya’nın bir kenara not ettiği bir şey. Bunda da Kafkasya’da, hem güneyde hem kuzeyde, çatışmadan çok işbirliğini öne çıkaran bir eğilim var.

F. S.: Kremlin’in Kuzey Kafkasya için yeni bir strateji açıkladığını biliyoruz. Bu yeni stratejiyi nasıl değerlendiriyorsunuz, Kafkasya’da sorunları çözebilecek midir?

F. T.: Şimdiye kadar atılmış çok mantıklı adımlar atıldı. Geri dönüp baktığımızda 1994-96 yılları arasında, Çeçenya’da çok büyük bir yıkım ve insan kaybı yaşandı. 1999’dan itibaren ikinci savaşta yine çok büyük bir yıkım oldu. Askeri yöntemleri Rusya ilk kez Medvedev döneminde öteleme ihtiyacı hissetti. Neden hissetti? Çünkü Kafkasya’daki istikrar, doğrudan 2014’te yapılacak Soçi Olimpiyat Oyunları’yla ilgili. Bu bölgedeki istikrarsızlık olimpiyatların ki Rusya prestij meselesi haline getirdiği ve çok ciddi yatırımlar yaptığı bu projeyi riske etmemek için askeri seçenekleri masadan indirmek zorunda kaldı. Bunun yerine o bölgeye bir vali tayin etti. Kafkasya’da Krasnodar ve Adige’yi dışarıda tutarak yedi bölgeyi bir araya getirdi ve Kuzey Kafkasya Federal Bölgesi yaptı ve aynı zamanda Rusya Başbakan Yardımcısı sıfatıyla çok yetkili bir valiyi atadı. Bu valinin görevi oradaki yatırım projelerini geliştirmek, sivil toplumla yönetim arasındaki ilişkileri güçlendirmek. Bu doğrusu alkışlanacak bir gelişme.

Fakat mesele şu: Çeçenya’daki sorun siyasi müzakerelerle çözülmedi. Orada direniş hareketi masaya çağırılmadan, tek taraflı olarak savaş bitirildi. Böyle olunca da Çeçenya’daki sorun bütün Kuzey Kafkasya’ya ihraç edilmiş oldu. İşte bugün ‘Kafkasya Emirliği’ diye bir hareket ortaya çıktı. Kökeni Çeçenya’daki direniş. Şimdi bu emirlik 2007’den beri şunu iddia ediyor ve istiyor: “Ben Kuzey Kafkasya’da İslami bir devlet kuracağım.” Çok ciddi anlamda da potansiyel taban edinebiliyor. Bu taban edinmesini Kafkasya’daki huzursuzluk, istihbarat ve güvenlik güçlerinin kötü muameleleri, şiddete dayalı yöntemleri bir şekilde bu direnişi besliyor. Bunu kontrol edemiyorlar.

F. S.: Bu direniş hareketinin tekrar eylemlerini arttırdığı görülüyor. Devlet başkanları düzeyinde suikast girişimleri, asker ya da polis öldürmeler, karşı saldırılar… Bu direniş hareketlerinin aldığı seyri, geldiği nokta itibariyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

F. T.: Önceki direniş, ulusal düzeyde bir direniş olan, Çeçenya’da bağımsız bir devlet kurmak iki. Şimdiki direniş ise İslami bir devlet kurmak için. İdeolojik bir dönüşüm yaşadı ve bu dönüşüm, esasen, kontrol altına alınması çok zor bir hareket. Uluslararası birtakım trendlerle de söylem teatisinde bulunduğunu görüyoruz. Bu hareketin üzerine gidildikçe ki önemli isimleri öldürüldü, ciddi yanıtlar verildi.

Mesela İnguşetya’da güvenlik güçlerinin sınırsız, kontrolsüz, hukuk dışı eylemlerini kontrol edebilecek, o direnişçilerle konuşma, halkla devlet arasında kopan ilişkiyi yeniden tamir etme potansiyeline sahip bir asker devlet başkanı olarak atandı. Yunus-Bek Yevkurov direnişçilerle diyalog kurmaya çalıştı fakat geri tepti ve ona suikast girişiminde bulundular. Hala ciddi anlamda bir şanstır bu kişi. Çünkü hem halk tarafından çok seviliyor hem de Kremlin tarafından ciddi anlamda önem duyulan bir isim. Fakat orada bir çözümsüzlük var. Tekrar vurguluyorum Çeçenya’da siyasi çözüm bulunamadığı için bu hareket kontrol dışına çıktı ve Kabardey-Balkar’da, Dağıstan’da, özellikle Karaçay-Çerkez’de hücre örgütlenmeleriyle, giderek varlığını hissettiriyor. Kremlin bu sözünü ettiğimiz yeni stratejiyi yürürlüğe koyduğu andan itibaren buna karşı da reaksiyon var. Bu reaksiyon demek şiddet, saldırı, güvenlik güçleriyle çatışmak demektir. Bu şiddetli çatışmanın en büyük nedenlerinden ikisi bu: hem direnişçi liderlerin tasfiye edilmesi yönündeki FSB’nin operasyonları, hem de sivil projelerin devreye girmesine verilen bir reaksiyon var: ‘Bizi bu şekilde ortadan kaldıramazsınız!’

F. S.: Bir başka stresli bölge de Kabardey-Balkar’daki etnik gerilim. Bunun bir çatışmaya dönme riski var mı?

F. T.: Kabardey-Balkar’da 1944 sürgününe dayanan bir sorun var. Balkarlar oradan sürüldü ve sonra tekrar geri döndü bu insanlar. Onların toprakları dağıtılmıştı. Bir kısmı geri verilmedi fakat başka topraklar mübadele edilerek geri verildi. Orada sorun tam olarak çözülmedi. Vatanlarına geri döndükleri 1957 yılından beri bir toprak meselesi var. Kabardeylerle Balkarlar arasındaki yeni kriz ise bu toprak meselesinden beslenmekle birlikte, toprak reformuyla ilgili, Rusya’nın geniş arazilerine uyarlanmış bir yasayı getirip Kafkasya’da iç içe yaşayan çok etnikli bir yapıda uygulamaya kalkınca çok ciddi sorunlar ortaya çıktı.

Özellikle meraların paylaşımıyla ilgili bir sorun var. Yönetim meraların belediyelerde kalmasını istedi ve bu yönde yasa çıkardı. Balkarlar ise bunu istemiyor ve kendi meralarını kullanmak istiyorlar. Aynı şekilde Kabardeyler de kullanmak istiyor. Geçmişte herkesin kullandığı bu meraları bölmeye kalkınca kriz çıkıyor. Bu çatışma riski taşıyan bir durum. ama çok şükür ki Kafkasya’nın hala geleneksel mekanizmaları var. O geleneksel mekanizmaları, sözü kanun gibi olan ihtiyarları, aksakallıları hala o toplumları tutabiliyor. Ama sorun devam ediyor, bitmiyor.

F. S.: Son olarak, Kuzey Kafkasya’da Çerkezlerin bir “Çerkezya” kurma fikrini nasıl değerlendiriyorsunuz?

F. T.: Sovyetler Dönemi’nde Çerkezler, hepsi Adige olmasına rağmen farklı isimlere bölündüler. Bir kısmı Çerkez, bir kısmı Adige, bir kısmı Kabardey oldu bir de Şapsığ Bölgesi var Karadeniz’de. Böylece bir halk dört ayrı cumhuriyete dağılmış durumda. Kabardey-Balkar’daki olaylar, Çerkez’de Karaçaylarla Çerkezler arasında siyasi gerilimler var. Bunların da etkisiyle Çerkezler ‘biz tekrar bir araya gelelim ve tarihi Çerkezya’yı yeniden kuralım’ diyorlar. Fakat buna şu anda Kremlin sıcak bakmıyor. Burada son sözü söyleyen Kremlin’dir. Onlar isterse Çerkezya kurulur. Diğer türlü şu anda bir etnik operasyon, çatışma riski yüksek oldu için ve Rusya’nın Kafkasya’da istikrara en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemin içinde bulunmasından dolayı da şu an böyle bir proje sadece tartışma ve talep aşamasında.

Bu videoyu indirmek için lütfen tıklayınız…