Türk Dünyasında Edebiyat Dergileri -

Dr. Yakup Deliömeroğlu – Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı, 18 Aralık 2010.

Türk Dünyasında Edebiyat Dergileri

Türk Dünyasında Edebiyat Dergileri, (Dr. Yakup Deliömeroğlu – Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı), 18 Aralık 2010.

Dr. Fahri SOLAK: Merhabalar efendim. Bugünkü programımızda “Türk Dünyasında Edebiyat Dergiciliği” konusunu ele alacağız. Konu ile ilgili bir uzman konuğumuz var. Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Yakup Deliömeroğlu. Hocam hoş geldiniz.

Dr. Yakup DELİÖMEROĞLU: Hoş bulduk.

F. S.: “Türk Dünyası Edebiyat Dergiciliği”, edebiyat dergileri arasında ilişkiler, geçen hafta yapılan Edebiyat Dergileri Kongresi’ne değineceğiz ama bunlara geçmeden önce bu ‘Türk Dünyası Edebiyatı’ sözünden ne anlamalıyız? Bir “Türk Dünyası Edebiyatı” var mıdır?

Y. D.: Neresinden baktığımıza çok bağlı. Tarihi olarak baktığımızda Türk Dünyası Edebiyatı diye bir edebiyat var, çok güçlü bir edebiyat… Bir edebiyat bir dili de gerektiriyor. Bir dil bir milleti, bir halkı da bütünleştiriyor. Dilin ve edebiyatın halkı bütünleştirdiği, milletleştirdiği çok eski dönemlerden beri bilinen bir gerçek. Ali Şir Nevai, “Ben Lisan-ı Türki ile yazdım ve bu halkı Türkçe ile birleştirdim” diyor. Ve onun diline -Çağatayca’ya- Nevaice, Nevai dili deniliyordu. Tabii, İngiltere’de de Shakespeare İngilizce’nin kurucu şairidir, Mahdumkulu Türkmence’nin kurucu şairidir. Bir edebi dil oluşturulur ve bu edebi dil ile de bir halk onun etrafında birleşir. Çok yakın döneme kadar Türk dünyası böyle bir ortak edebi dilde yazıyordu. Karahanlı döneminde, Karahanlı Türkçesi ortak edebi dilimizdi ve Mahdumkulu’nun babası, Mahdumkulu Türmkence yazmadan evvel, ortak Türkçe’de eser veriyordu. Mahdumkulu Türkmence eser vermeye başladı. Hatta bu ortak dilimiz malumunuz Gaspıralı-İlminski çatışmasına kadar, çok yakın döneme kadar gelir. Gaspıralı bütün Türk dünyasında edebi dilin, gazetenin ve edebiyatın, ortak bir Türkçe ile yapılmasını savunuyordu, bunun için gayret ediyordu. İlminski ise lehçelerin edebi dil haline dönüşmesini savunuyordu ve o dönemde mahalli dillerde gazeteler çıkmaya başladıkça, Gaspıralı bazen şahsen gidip bu gazeteleri ziyaret ederek, kimisine mektup yazarak bu dilde yayın yapmamalarını telkin etmeye çalıştı. Ama tabii bugün yaşadığımız dönemde Türkçe’nin farklı edebi dilleri var. Yetmiş yıla yakın, en genci yetmiş yıldan daha fazla bir dilde edebiyat yapan, Kırgızca, Kazakça edebiyat yapan, o dille kanunlar yayınlayan, o dille gazete yayınlayan Türkçeler var. Dolayısıyla bir ortak dil olmayınca ortak edebiyattan söz etmek güç ama o edebiyatın içerisindeki temalar ve edebiyatın kendi gelişim seyrine baktığımızda hala bu ortaklığı görmemiz mümkün.

F. S.: Kendi içinde hangi bölgelerden ya da havzalardan söz ediyoruz? Yani eskiden Rusya Müslümanları denen, sonra Sovyet Müslümanları denen bir Türkistan havzası var, Balkanlar var, Kafkasya var, Ortadoğu’da Türklerin varlığı söz konusu. Temel havzalar ya da temel edebiyat ortamları ile ilgili neler söylenebilir?

Y. D.: Tabii, burada doğrusu hakkını teslim etmemiz lazım. Batıyı konuşurken, Batı müziğini konuşurken, Batı müziği ve kilise alakasını çok rahat tartışabiliyoruz. Ama bizim dilimizde ve kültürümüzde de medreselerin ve müziğimizde tekkelerin yeri çok önemli. Medreseler bakımından Maveraünnehir medreseleri, Buhara, Semerkant medreseleri çok hakimler ve bugün dahi Başkurdistan’daki fetva dili, yani Başkurdistan’daki Hoca Camii’nde çıkıp hutbe okurken kullanılan Türkçe, kullandığı Başkurtça daha ortak… Özbekistan’daki hocanın hutbedeki konuştuğu dil… Hatta şöyle bir hatıramız da var: Bir Kazak camiinde, bu Kazak, Kazakçılık, Kazak kültürünü çok önemseyen bir arkadaşımla beraberdik. Hoca konuşuyor, edebi Kazakça değil, gündelik Kazakça hiç değil, daha ortak bir dil. Dedim ki, bu hangi Kazakçayı konuşuyor. Dedi ki, ‘dini Kazakça konuşuyor’. Tabii tarihte kültürümüzün bilim merkezleri medreselerdi ve bu medreselerin etrafında dil gelişiyordu, edebi dil onların etrafında yükseliyordu. Batıda da İstanbul bunun bir merkeziydi. İstanbul medreseleri ile Orta Asya medreseleri arasındaki ilişkiler, İdil-Ural aydınları ile İstanbul ve Orta Asya arasındaki ilişkiler zannettiğimizden çok daha fazlaydı. Hatta bunun çok ilginç örnekleri de var. Yakın tarihimizde çok iyi bildiğimiz örnekler de var. Osmanlı döneminin son zamanlarında Türk aydınlar tartışıyorlar, işte İslamcılık, Türkçülük, Osmanlıcılık akımları var. Kazan’da Yusuf Akçura bir makale yazıyor, Tataristan’da. Bu makale Kahire’de Türk gazetesinde yayınlanıyor. O zaman Kahire’de Türk gazetesi diye bir gazete de yayınlanıyor. Kahire’de yayınlanan makale İstanbul’da tartışmalara sebep oluyor. Böyle bir üçgen var.

Doğrusu bu etkileşimi bugün dahi sağlamakta problemlerimiz var. Yine benim çok hayret ettiğim bir örnektir, 1913’te Kazaklar ilk defa Kazakça bir gazete çıkarmaya başlıyor. Bu mahalli dillerin, lehçelerin yayın hayatına başlaması için iyi bir örnek. 1914’ün ilk yarısında Kazak gazetesinin bir yılını değerlendiriyor. Genellikle yayın organları bunu yaparlar. Şuradan bu kadar abonemiz var, Almatı’dan yüz abonemiz var, Akmola’dan vb. Listede Anadolu’dan abone olunmuş on üç abone var. 1913’te ilk kez bir gazete çıkıyor ve bu gazeteyi ilk yılında alıp, abone olup takip eden Anadolu’dan on üç kişi var.

F. S.: O günkü iletişim imkanlarıyla…

Y. D.: Evet o günkü iletişim, o günkü ulaşım imkanlarıyla, o gazetenin Anadolu’ya ulaştırılma problemleriyle… Bugün bile yayın organlarımızın birbirini takip eden on beşer abonesi maalesef çok yok. Dolayısıyla etkileşim çok yüksekti o dönemde. Tabii bu dil ile edebiyat konusunda da aydınlar kendi dilleriyle, lehçeleriyle edebiyat yapmaya başladıklarında da bunu bir ortak dile doğru götürme gayretindeydiler. Yine o dönemin Kazak aydınlarında Mir Yakup Dulatov’un eserlerini tekrar bastı Kazaklar geçtiğimiz yıl. Kazakça eserlerimiz, sözlük verilmiş sayfaların altında. Alttaki sözlükte bugünkü Kazakların bilmeyeceği kelimeler yazılmış. O kelimelerin hepsini bir Anadolu Türkü gayet rahat anlar. Çünkü Mir Yakup, Anadolu Türkçesi’nden Türkiye Türkçesi’nden kendi diline kelimeler almış bu dilleri yakınlaştırmak için.

F. S.: 1910’lu yıllarda ilk dergiler deyince, sözlü edebiyat, yazılı edebiyat meselesi akla geliyor. Türkistan edebiyatlarıyla ilgili böyle bir dönemlendirme yapılması gerekirse yani bir Sovyet etkisi olduğu malum. 1991’den sonra yeni bir dönem başlıyor. Ana dönemlere, ana eksenlere ilişkin neler söylenebilir?

Y. D.: Sözlü edebiyat dönemimiz çok eski. Bunu edebiyat tarihçileri belli dönemde bitiriyor. Ama ben bu dönemlerin iç içe yaşadığını düşünüyorum. Hatta ilginç örneklerimiz de var, destanlar dönemi diye edebiyatın ilk dönemi vardır, klasik edebiyat döneminde. Kırgızlar destanlar dönemini hala yaşıyorlar. Hem Manas Destanı’yla destanlar dönemini yaşıyorlar hem de dünya çapında Cengiz Aytmatov gibi bir yazarları var. Bugünün modern edebiyatının zirvesini de vermişler. Ama bir yandan da Manas Destanı ile bu destanlar döneminde edebiyat nasılsa, malumunuz siz de orada çok bulundunuz, Manas hala okunan ve hala üretilmeye devam eden bir destandır. O yüzden bana göre çok kesin bölmek doğru değil. Beraber yaşıyorlar, değişik tabakalarda süreçler farklı işliyor. Ama tabii Orhun Abideleri bizim için ilk yazılı eserlerimiz ve şunu da belirtmek lazım bu ortak edebiyat ve dil bakımından önemli bir unsur, Sovyetler Birliği döneminde her edebiyat için 100 yıllık, 150 yıllık bir geçmiş tayin ediliyordu. Özellikle Kazak, Kırgız edebiyatları için. Cumhuriyetle birlikte bağımsız olduktan sonra her biri parlamento kararlarıyla kendi edebiyatlarının ilk yazılı eserleri olarak Orhun Abideleri’ni tespit ettiler ve hepimiz şimdi yazılı edebiyatımızı Orhun Abideleri’nden başlatıyoruz. Tabii İslam’a girişle beraber büyük bir heyecan dalgası var bütün Türk dünyasında ve bugün dahi övündüğümüz aydınları İslam’a girmeye başladıktan ilk 100-150 yıl içerisinde yetiştiriyoruz. Farabi, İbn-i Sina, Biruni, Harezmi vb… Bir altın çağ o çağ ve çok ilginç tabi İslam’ın verdiği heyecan ve motivasyon olsa gerek. Bu büyük aydınların bir kısmı, mesela Biruni, kendisi Müslüman olmuş, babası Müslüman değil Biruni’nin. İbn-i Sina’nın babası Müslüman olmuş kendisi ikinci nesil Müslüman. İbn-i Sina’nın babası İbn-i Sina hayatta iken Müslüman olmuş. Farabi’nin dedesi Müslüman, Farabi üçüncü nesil Müslümanlardan. Harezmi için de yine böyle. Bu dönemde müthiş bir zirvemiz var. Hem edebiyatta ve bütün dünya için yani bugün hala Avicenna tıp dünyasında bilinen bir isim ve pek çok tıp fakültesinin, bizim tıp fakülteleri de Avicenna diye bir bilgisayar programı kullanıyorlar. Ama bizim öğrencilerimiz o kullandıkları Amerikan yapımı Avicenna programının İbn-i Sina olduğunu bilmiyorlar maalesef. Farabi, Aristo’dan sonra insanlığın ikinci öğretmeni sıfatıyla anılan bir büyük şahsiyet. O dönemde bir altın çağımız var. Daha sonra şiirde, Anadolu’da Yunus’un heceyi zirveleştirdiği dönem var. Ama bizim ana türümüz elbette edebiyat olarak şiirle gelmiş ve hikaye, roman, düzyazıya geçişimiz 100–150 yıl maksimum geriye götürebileceğimiz bir dönem. Hatta edebiyat, edebi söz dendiğinde pek çok Türk lehçesinde şiir anlaşılır. Düzyazı için Kazaklar “karasöz” derler, yani sıradan söz, karasöz. Edebi söz şiirdir.

F. S.: İlginç. Şimdi günümüze, biraz daha yakın dönemlere gelirsek. Başta açarken de atıfta bulunmuştum, geçen hafta siz Ankara’da 14–16 Aralık’ta önemli bir kongre yaptınız, “3. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi”. Kongre ile ilgili konuşacağız uygun görürseniz. Ama önce telefon hattımızda Azerbaycan’dan bir konuğumuz var, Dünya Edebiyatı Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Selim Babullaoğlu.

Dr. Fahri SOLAK: Merhaba Selim Bey. Programımıza hoş geldiniz.

Selim BABULLAOĞLU: Teşekkür ederim Fahri Bey, sağ olun. Ben sizi de, stüdyodaki hemşerimi de selamlıyorum.

F. S.: Biz de selamlarımızı iletiyoruz. Ankara’daki 3. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi’ne katıldınız. Kongreyle ilgili izlenimleriniz paylaşır mısınız bizimle?

S. B.: Memnuniyetle. Bu kongre organizasyonunu yapmış olan Avrasya Yazarlar Birliği’ne teşekkürümü bildiririm. Kongre için diyorum ki, Türk dünyası edebiyatlarının gelişmesi, inkişafı için çok büyük önemi vardır. Bilirsiniz insanlar bir kitabı alır da oradan yalnız bir müellifi, bir şairi, bir yazarı duyabilirlerse, edebiyat dergileri vasıtasıyla bir derginin bir sayısı vasıtasıyla çok yönlü edebiyat hakkında bilgi alabilirler. Elbette ben bunu yalnız Türk dünyası halkları edebiyatları açısından demiyorum. Ve bildiğiniz gibi kongrede çokluk kararlar belli oldu. Benim fikrimce Yakup Bey’in teklifi ve bizim desteğimizle… Son yirmi yılda bağımsızlık döneminde Türk halkları edebiyatlarında neler oldu, gelişmesi nasıl oldu diye konulu ortak bir kitabın, yani bütün Türk bağımsız devletlerinin ve topluluklarının edebiyatlarının icra edildiği kitabın basılacağı kararı oldukça önemlidir. Ben bu yüzden Yakup Deliömeroğlu’nun da beni bu işle görevlendirmelerinden çok memnun oldum.

F. S: Evet bu kitabın yayın yönetmenliği, editörlüğü size verilmiş, başarılar diliyoruz. Programımıza katıldığınız için de çok teşekkür ediyoruz.

S. B.: Sağ olun ben de size iyi yayınlar diliyorum.

F. S.: 14-16 Aralık 2010 Tarihlerinde Ankara’da 3. Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresi yapıldı. Üçüncü olduğuna göre bu kongrelerin bir başlangıcı var. Başlangıcından başlayabilir miyiz? Ne zaman başladı, bu fikir niye ortaya çıktı, amacı neydi?

Y. D.: 2007’de İstanbul’da toplanmıştı birinci kongre. Edebiyat dergileri, edebiyatın atan nabızları. Edebiyata yeni giren bir akım, bir estetik anlayış, bir yazar önce edebiyat dergilerinde kendini gösterir. Edebiyattan çekilen anlayışlar edebiyattan kültüre atılan, artık tarihe intikal eden fikirler, yaklaşımlar da yine önce edebiyat dergilerinde kaydolurlar. Tabii edebiyat dergilerinin bütün dünyadaki bu fonksiyonlarının yanında Türk cumhuriyetleri için bir ayrı önemi daha var. Bağımsızlıktan sonra kitap yayını, edebi kitap yayınında ciddi problemler yaşadılar bu cumhuriyetler. Ama edebiyat dergileri yine varlıklarını sürdürmeye devam ettiler. Elbette tirajları azaldı, onlar da sıkıntılar geçirdiler ama kaliteli edebi ürünün üretildiği ve düzenli üretildiği, halka ulaştırıldığı en önemli organlardır edebiyat dergileri. Hatta bu sansürün kalkması filan elbette çok büyük rahatlık getirdi oralara. Ama parası olan matbaaya gidip kitabını bastırabileceği için çok kalitesiz ürünler de kitap olarak yayınlandı. Genellikle parası olanların bastırdıkları kitaplar da maalesef kalitesizlerdi. Ciddi yazarların, edebi yazarların, edebi eser veren yazarların eserlerinin kitaplaşmasında problem vardı. Bunlar edebiyat dergileri vasıtasıyla okuyucuya ulaşıyordu. Onlarda roman yayınlama geleneği de var biliyorsunuz. Bizim edebiyat dergilerimiz bunu çok yapmazlar. Böylelikle edebiyat dergilerinin bir araya gelmesi o canlı damarların bir araya gelip birbirleriyle tanış olması ve bu edebiyatlar arasında bir etkileşim, bir kaynaşma, bir tanıma olacaksa bunların üzerinden çok daha pratik yapılabileceğini düşündük ve bu yüzden kongre gerçekleştirdik.

F. S.: İstanbul’da mı oldu birinci kongre de?

Y. D.: Birinci kongre İstanbul’da oldu. Tabii, ilk kongre biraz da tereddütle geçti. Yani niye biz bir aradayız? Şahsi dostluklarımız vardı, davet ettiklerimiz de kırmadılar geldiler. Ama ne yapacağız ki biz, zaten kendi işimiz yeterince var, bir de birleşip neler yapacağız. Tabii ilk kongreden sonra ikinci kongre ile birlikte daha da rahatladı ortam. Bu edebiyat dergilerinde hem Türkiye’de, hem oralarda eser yayınlanması o dillere çevrilip hem onların kendi aralarında edebi eser değişmeleri, hikayeleri, şiirleri birbirlerinin dergilerinde yayınlama oranı çok arttı. Kongrede sağlanan dostluklarla bu yıllar içerisinde memnuniyetle takip ettik ki, yaz tatillerini birbirlerinde geçiren genel yayın yönetmenleri oldu. Bu dostluklar ailelere de genişlemiş oldu. Tabi üçüncü kongreye geldiğimizde artık iki kongrenin tecrübesi, tanışıklığı ve samimiyetiyle çok daha rahat ve birlikte iş yapmaya niyetli insanlar vardı kongrede.

F. S.: Kaç ülkeden katılım oldu üçüncü kongreye?

Y. D.: On dört ülkeden otuz iki dergi geldi. Tabii buradan sizin vasıtanızla bizim davet edemediğimiz, Türk coğrafyası çok geniş bir coğrafya, biz mümkün olduğunda takibe çalışıyoruz ama elbette bizim de eksiklerimiz var. Bizim takip edemeyip çağıramadığımız, davet edemediğimiz dergiler de var. Bir de her organizasyonun malum bir bütçesi var. Takip ettiğimiz halde bazı halklar var ki onlardan ancak bir dergi çağırabildik. Mesela Türkmen Sahra bu manada ilk kez böyle edebi faaliyetler içine giren İran Türkmenleri böyle bir grup. Onlardan da sizin vasıtanızla anlayış bekliyoruz. İnşallah gelecek kongrelerimizin bütçeleri daha yüksek olur ve daha geniş kongreler yapılır.

F. S.: Sanıyorum bir sonraki kongreye katılım dergi, sayı ve ülke itibariyle daha fazla olur.

Y. D.: Evet, her geçen yıl arttı. İlk kongreyi 18 dergi ile toplamıştık, dokuz ülkeden 18 dergi vardı. Bu yıl hem ülke sayımız hem de dergi sayısı artmış oldu.

F. S.: Şimdi 14 ülke, 32 dergi diyoruz ama bazı ülke isimlerini, dergi isimlerini paylaşsak en azından bir kulak dolgunluğu, aşinalık olur.

Y. D.: Elbette. En doğudan başlayalım: Başkurdistan’dan Agidil Dergisi vardı. Tabi Agidil, Başkurt edebiyatının ana dergisi. Yıllardır Başkurt edebiyatı denince yayınlanan tek edebi dergi. Başkurt edebiyatının tarihi aslında biraz da Agidil tarihi demek. Başkurdistan’dan Agidil Dergisi geldi. Kazakistan’dan iki dergimiz vardı: Juldız Dergisi, Uluğbek Yesdevlet onun genel yayın yönetmeni, Alem Edebiyatı Dergisi. Kazakistan’dan gelen dergiyi üç demek de mümkün; çünkü Alem Edebiyatı Dergisinin editörü Kenges Yussup hem Alem Edebiyatı Dergisi’nin genel yayın yönetmeni, hem de Literatürniy Kazakistan diye Rusça çıkardıkları, Kazak edebiyatını Rusya’ya tanıtmaya yönelik ikinci bir derginin de genel yayın yönetmeni. Özbekistan’dan Cihan Edebiyatı’nın editörü katıldı. Tabii Özbekistan’dan katılımın olması da ayrıca bizi çok sevindirdi. O yüzden emeği geçen bütün herkese de hususen çok teşekkür ediyoruz. Azerbaycan’dan üç dergi vardı: Semih Babullaoğlu’nun yönetiminde olan Dünya Edebiyatı Dergisi, Azerbaycan Dergisi ve Ulduz Dergisi. Elçin Hüseyinbeyli Ulduz Dergisi’nin genel yayın yönetmeni. Mingitau Dergisi, Kafkasya’dan Karaçay/Balkar’dan, onlar katıldılar. Kırım’dan iki dergi vardı: Ümit Kervanı Dergisi ve Arzı Dergisi. İran’dan, İran’da adı da İran’daki Türk varlığının ispatı için konulmuş Varlık Dergisi vardı. Cevat Heyet’in uzun yıllardır çıkardığı ve adını da biz burada varız şeklinde koyduğu… Çünkü bazı Farslar oradaki Türk varlığını inkar eden yazılar yazıyorlarmış o dönem, biz varız demek için varlık koyduk diyordu. Yaprak Dergisi, İran Türkmenlerinden Yaprak Dergisi katıldı.

Afganistan’dan Güneş Dergisi, Türkmence çıkan bir dergi. Irak’tan iki dergimiz vardı: Kardaşlık Dergisi. Kardaşlık Dergisi’nin bu yıl ellinci yayın yılı dolayısıyla biz kongrede ona biraz daha geniş yer ayırdık. Prof. Dr. Mehmet Ömer Kazancı, Kardaşlık Dergisi’nin 50 yılını anlattı. Bu aynı zamanda Irak Türkmenlerinin 50 yıllık serüvenini anlatmış oldu. Işık Dergisi var Kerkük’te yayınlanan, o da Irak’tan katıldı. Kıbrıs’ta Turnalar diye bir dergimiz var, uzun yıllardır o da Kardeş Kalemler gibi Türk dünyası edebiyatını tanıtmaya çalışan bir dergi ve Kıbrıs’ın eski kültür bakanı, meclis başkanı, şimdi de cumhurbaşkanı danışma kurulu üyesi olan İsmail Bozkurt Bey idarecisi. Büyük gayretleri var Türk dünyası ilişkililerinde. Balkanlar’dan Türkçem Dergisi katıldı ve Hollanda’dan Oda Sanat Dergisi kongreye katıldı.

F. S.: Doğudan batıya geniş bir yelpazede gerçekleşmiş kongre…

Y. D.: Evet.

F. S.: Şimdi bu iki günlük kongrenin program akışına bakıldığında değişik konuların ele alındığını görüyoruz. Bir de işaret ettiniz, Irak’taki edebiyat serüveninin 50 yılı. Özel bir konuşmayla ya da açılış konferansıyla ele alındı. Onun dışında hangi oturumlar yer aldı? İki gün içerisinde dergiler adına yapılan konuşmalar dışında konulu oturumlar da yapıldı mı?

Y. D.: Evet, dergiler elbette kendilerini anlatmak ihtiyacındalar. Kendileriyle beraber kendi ülkelerindeki edebiyatları da kısa sürede önemli başlıklar halinde geçtiler. Onun dışında görüştüğümüz üç önemli mesele vardı: Birincisi, biraz evvel Semih Babullaoğlu’nun ifadeleri ile 2011 yılı Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarının yirminci yılı, malumunuz. Devlet Başkanları İstanbul’daki 10. zirvede bağımsızlığın yirminci yılını müşterek faaliyetlerle kutlama kararı aldılar. Biz de edebiyat dergileri olarak “bağımsızlığın yirminci yılında ne yapabiliriz”i konuştuk. Ve 20 yıllık edebiyat serüvenimizi, bağımsızlık sonrasında Türk dünyasında edebiyat nasıl gelişti, bunları anlatan geniş bir 20 yıllık almanak hazırlamayı kararlaştırdık. Semih Babullaoğlu bunun editörlüğünü kabul etti.

Mart ayına kadar herkes kendi bölgesinden kendi ülkesiyle ilgili yazıları gönderip yıl içerisinde 2011’deki kongremize bu kitabımızı hazırlanmış olarak gitmek istiyoruz. Tabi bu network, edebiyat dergilerinin organizasyonu olduğunda bu büyük iş aslında çok basit hale geliyor, herkes sokağını temizlediğinde şehrin temiz olması misali. Bunu aslında geçtiğimiz yıllarda yıllık olarak çalışmayı düşünüyorduk, arzu ediyorduk. Ama her yıl Türk dünyasında neler yaşandı, edebiyatta, Kazakistan’da ne oldu, Kırgızistan’da ne oldu? Bu 20 yıllığı başarıyla hazırlayabilirsek ondan sonra o yıllıklara da devam etmeyi planlıyoruz.

Birinci kongrede aldığımız bir karar vardı, onun çalışmalarını iki yıldır sürdürüyorduk aslında. Bunu tekrar gündeme aldık. Dergilerin tanıtılması için bir ortak internet portalının oluşturulması. Bunu sadece dergileri ihtiva eden bir portal olarak değil Türk edebiyatlarından birbirlerine yapılmış çevirileri de bu sitede verelim ve ayrıca herhangi birimizin edebiyatından başka dillere yapılmış çeviriler varsa bunlar da imkan ölçüsünde bu sitede bulunsun ve edebiyatlarımızın hem karşılıklı etkileşimini arttırmak için bir ortam olsun burası, hem de edebiyatlarımızı dünyaya tanıtmak için bir ortam olsun. Ayrıca Selim Babullaoğlu’nun teklifiydi, bir edebiyat haber ajansı vazifesi de görsün bu site. Haftalık yenilenerek daha sonra mümkünse günlük yenilenerek, Azerbaycan edebiyatında ne oluyor, kimin kitabı çıktı, hangi edebi hadise oldu, Kazakistan’da hangi yazar ne yapıyor, vefat eden var mı, bir önemli toplantı var mı, bunları da aktüel olarak verip birbirimizden haberdar olmayı kolaylaştıracak bir internet sitesi olsun istiyoruz. Bununla ilgili önceki kongrelerde de kararlarımız vardı. Ama altyapı çalışmaları uzun sürdü, pek çok alfabeyi destekleyen site olacağı için… Ümit ediyorum, yeni yılla beraber bağımsızlığın 20. yılında bu sitede müşterek olarak hareket etmeye çalışıyoruz biz.

F. S.: Kongre sonuç bildirisinde yer alan konulara kısaca değinsek, yani bu söylediklerinize ilave, gelecek kongre ne zaman yapılacak, bu süreçte ne tür çalışmalar yürütülecek?

Y. D.: İzin verirseniz bir önemli husus daha var. Geçen yıl ki kongrede biz edebiyat dergileri olarak bir ödül verelim diye arkadaşlarla karar almıştık. Burada da maksadımız şu ki, biz kongre olarak bir kişiyi yılın edebiyat adamı ilan edelim ve o yıl içerisinde hepimiz onun eserlerini kendi ülkemizde, kendi dillerimizde yayınlayalım. Dolayısıyla bir kişiyi bir yıl içerisinde bütün Türk dünyasında tanınır, bilinir hale getirelim. Ortak edebi şahsiyetlerimiz maalesef çok yok. Her yıl bir kişiyle buna devam edersek süreç içerisinde bunlar artmış olur diye düşünmüştük. Bu yıl Kardeş Kalemler Dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Ali Akbaş’ı teklif ettiler ve Ali Akbaş “Türk Dünyasında Yılın Edebiyat Adamı” olarak seçildi.

Bu yıl biz dergiler olarak Ali Akbaş’ın şiirlerini Türk dünyasında yayınlayacağız ve dağıtacağız. Bunu çok önemsiyorum. Tabii bazı temel prensiplerimiz var ödülün seçilmesinde. Bir yazarın Türk dünyasıyla ilgili faaliyetinin olmasını esas alıyoruz. Yazarın hayat boyu faaliyetinin edebi seviyesi önemli ve kimse kendi ülkesinden aday gösteremiyor ve kendi ülkesinden gösterilmiş adaya oy kullanamıyor.

F. S.: Gelecek kongre nerede yapılacak, onun kararı verildi mi?

Y. D.: 2011’de yapılacak olan gelecek kongreye Kıbrıs talip oldu. Kıbrıs’ta gerçekleşecek. 2012 için de Astana, uluslararası kültür kuruluşları son yıllarda sık sık bazı şehirleri kültür başkenti ilan ediyorlar. İşte bu yıl İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti. İslam ülkeleri arasında ise Kudüs, Katar geçtiğimiz yıllarda kültür başkenti ilan edilmişti. Türksoy da bu geleneğe uyup ilk kez Astana’yı Türk Dünyası Kültür Başkenti ilan etti 2012 yılı için. Biz de Astana’nın bu Türk Dünyası Kültür Başkenti etkinlikleri içerisinde edebiyat dergileri toplantısının orada olmasını istiyoruz. Kıbrıs için de İsmail Bozkurt Bey, kendilerine teşekkür ediyoruz, çok istekle kongreye ev sahipliği yapmak arzularını belirttiler ve eminim Kıbrıs’ta, o güzel adada, çok güzel bir kongre geçireceğiz diye düşünüyorum.

F. S.: Demin kısaca değindiniz, onu biraz açalım istiyorum. Türk edebiyatının Türk cumhuriyetlerinde bilinirliği nasıldır? Önemli Türk yazarlarının eserleri yerel dillere ya da bölgesel dillere çevriliyor mu, biliniyor mu? Siz edebiyat çevreleriyle yakın temas halinde olduğunuz için, nasıl yansımalar geliyor? Türkiye’deki tanınmış yazarların o bölgelerde bilinirliği konusunda neler söylenebilir?

Y. D.: Çeviriler yapılıyor elbette ve bunların pek çoğu dergiler vasıtasıyla yapılıyor. Kitap olarak yayınlanmış Türk edebiyatından eserler de var. Ama halk tarafından genel olarak bilinen ve tanınırlığı yüksek olan ortak edebi kişilik olarak sayabileceğimiz isimlerin sayısı maalesef çok fazla değil. Tabii bununla ilgili dönem dönem de ayırmak lazım. Bolşevik İhtilali’ne kadar olan dönemde aslında çok yakın karşılıklı edebi ilişkiler var. Hem onların İstanbul’u, Türkiye’yi ziyaretleri çok yüksek hem de dediğim gibi birbirlerini çok yakın takip ediyorlar. Kazak gazetesinin ilk çıktığı yıl Türkiye’den abonelerinin olması gibi.

Sırat-ı Müstakim’in bürosu, bunu az çok yazıyor edebiyatçılarımız, Türk dünyasından aydınların uğrak noktası gibi adeta. Pek çok ortak anlayış var. Yani Hüseyin Cavit’in eserleri Azerbaycan’daki onun yazış tarzı, Mehmet Akif’in Safahat’taki yazış tarzından çok farklı değil hatta bunlar müşterek de çalışmışlar. Ama son döneme gelindiğinde Sovyet döneminde tanıtılan ve çevrilen yazarlar Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Reşat Nuri bugün modern dönem, son dönem ortak edebi kişiliklerimiz bakımından Türkiye’den o tarafa yönelik olarak söylenecekler onlar. Türk dünyasından Türkiye’de tanınmış olan Cengiz Aytmatov elbette en başta bütün dünyada olduğu gibi. Onu belki Anar takip ediyor. Tabii Cengiz Dağcı, Kırım Tatarı bir yazar olarak Türkiye’de hala edebiyatımızda, Cengiz Dağcı ayrı bir fenomen. Türkiye’ye hiç gelmediği halde Türkiye Türkçesi ile roman yazan ve yaşayan en büyük romancılarımızdan birisi olması bakımından da edebiyat tarihimizde herhalde böyle bir ikinci isim bir daha hiç olmayacaktır.

F. S.: Bu yazarların kitapları halen kitapçılarda bulunuyor değil mi? Hatırlatma açısından söylüyorum. Yani Cengiz Dağcı’nın eserleri, Aytmatov’un eserleri, Anar’ın eserleri şu anda piyasada, yayınevlerinde bulunan, basılan kitaplar değil mi?

Y. D.: Elbette, bulunuyor, hatta Cengiz Dağcı’nın tek bir yayınevi var. Anar’ın kitapları için de öyle. Ama Aytmatov o kadar paylaşılamayan bir yazar ki, bazı kitapları üç farklı yayınevi tarafından yayınlanmış ve üçü birden piyasada bulunuyor. Tükenen her baskı yeniden okuyucuya ulaştırılıyor.

F. S.: Programımızın sonuna doğru geliyoruz, vakit hızlı akıyor. Bütün bu çalışmaların arkasındaki kurumlardan biri Avrasya Yazarlar Birliği, siz de bu birliğin başkanısınız. Avrasya Yazarlar Birliği ile ilgili kapatalım istiyorum. Bu birliğin amaçları, kuruluşu, kurumsal yapısı, çalışmaları hakkında bilgi verir misiniz?

Y. D.: Temel amacımız bu edebiyatların birbirine yakınlaşması ve edebiyatlar, edebiyatçılar birbirleriyle yakınlaşırken aslında onların eserleriyle birlikte halkların birbirleriyle yakınlaşması ve bir duygu ortaklığı oluşması arzumuz. Bunun için edebiyat dergileri bir faaliyetimiz. Önemsediğimiz bir faaliyetimiz ve Türk lehçeleri arasında aktarma problemleri sempozyumu ve atölyesi yapıyoruz. Bunun birbirimize yaptığımız edebi çevirilerin kalitesinin yüksek olması bakımından çok önemli bir faaliyet olduğunu düşünüyoruz. Yine Türk dünyası edebiyatlarından Türkiye’de kitaplar yayınlamak gayretindeyiz, roman, şiir, hikaye kitapları. Otuza yaklaştı bu kitapların sayısı. Amiral gemimiz elbette Kardeş Kalemler dergisi, edebiyatların tanıtılması için.

F. S.: Kaçıncı sayıya ulaştı Kardeş Kalemler?

Y. D.: Kardeş Kalemler dördüncü cildini tamamlamış oldu, 48 oldu şimdi 49’un hazırlığı içindeyiz. Bunun yanında Azerbaycan’da da kitaplar yayınlattık. En son Türk Edebiyatı Tarihi’ni, iki ciltlik bir kitabı Azerbaycan’da Azerice olarak yayınladık. Kaşgarlı Mahmut’la ilgili Kaşgarlı Mahmut yılında da üç kitap Bakü baskımız olmuştu. Esas itibariyle bu faaliyetlerle uğraşıyor Avrasya Yazarlar Birliği.

F. S.: Bir web sitesi üzerinden bunları takip etmek mümkün değil mi?

Y. D.: Tabi., www.ayb.org.tr adresinden ulaşabilirler web sayfamıza. Tabi bu arada yayınımızın dışarıda izlenmesi bakımından belki ifade edilmesinde yarar var. Çünkü Türkçe konuşmak başka, yazmak başka bir şey, okumak başka şeydir. Kardeş Kalemler Dergisi Türkçe’nin ilk sesli dergisi olma özelliğini de taşıyor. Sesli Kitap diye bir siteden yayın yapıyor Kardeş Kalemler dergisi. Dergiyi Türkiye’nin yetiştirdiği önemli tiyatro sanatçılarından Mehmet Atay, o nefis sesiyle okuyor. Dergiye materyal olarak ulaşamayanlar oradan indirerek dinleyebilirler. Türkiye Türkçesi’ni geliştirmek isteyen izleyicilerimiz için de bu çok büyük bir malzeme. Hatta spikerlik, sunuculuk eğitimi alan genç arkadaşlar da o kayıtları dinleyip vurgular bakımından da eğitim materyali olarak kullanıyorlar.

Seslikitap.com’dan sesli Kardeş Kalemler de izlenebilir. Bununla temel maksadımız Türk dünyasında Türkiye Türkçesi öğrenmek isteyenler, bunu belli bir aşamaya getirmiş olanlar, kendi yazarlarının metinlerinden kendi coğrafyalarında geçen kendi hikayelerini Türkiye Türkçesi dinleyerek Türkçelerini daha geliştirebilirler diye düşünüyoruz.

F. S.: Tebrik ediyoruz bu faaliyetleriniz için. Programımıza katıldığınız için de teşekkür ediyoruz.

Y. D.: Biz teşekkür ediyoruz.

Bu videoyu indirmek için lütfen tıklayınız…